30 Ekim 2008 Perşembe

MONO SODYUM GLUTAMAT

MSG NEDİR?…

MSG adında bir yiyecek katkı maddesi var.

MONO SODYUM GLUTAMAT

Yiyeceklere katıldığında, o yiyeceğin tadının beyin tarafından güzel olarak algılanmasını sağlıyor.
Tatlı, tuzlu, acı fark etmiyor.
Hangi yiyeceğe katılırsa lezzetliymiş gibi geliyor. O yüzden gıdaüreticilerinin bir çoğu MSG'yi karlı olduğu için kullanıyorlar.

MSG ZARARLI MI ?
Buna okuduktan sonra siz karar verin.

Bu madde Nörotoksin.
Sinir hücrelerine zarar veriyor. Merkezi sinir sistemi tahribatı ve buna bağlı olarak ALZHEİMER, PARKİNSON, HUNTİNGTON hastalıkları, SARA
(Epilepsi)

Retinal dejenerasyon (Göz retina tabakası hasarı)
Yağ birikimi, doyma mekanizmasında bozukluk, obezite.
Büyüme hormonu baskılanması.
Pankreas hasarı, insülinde artış, ve buna bağlı diyabet.
Böbrek ve karaciğerde ciddi hasarlar.
Bu madde hamilelerde plasenta bariyerini geçebiliyor, anne karnındaki bebek de aynı tahribatlara maruz kalıyor.

Özellikle çocuklarımızın hatta büyüklerin de çok severek yediği CİPS'lerde çok kullanılmakta.
Hazır köfte harçları, Et suyu tabletleri, Hazır çorbalar,
DONDURMALAR,
renkli yoğurtlar
ve benzeri bir çok üründe var.
Şimdi diyeceksiniz ki,
Madem bunca zararı var, neden kullanıyorlar?.
Küreselleşen dünyada, ticaret de küreselleşti. Küresel ticaret devleri insaf, merhamet gibi duygularla asla çalışmaz. Onların amacı çok kar etmek,çok daha büyümektir.
Bu mamuller, al benisi olan renklerde ve janjanlı ambalajlarda sunulur. Televizyon, gazete ve duvar reklamlarında onlara sıkça rastlarsınız. Sadece maddesel tadıyla değil, görsel yollar ile de beyinlerimize kazınır adeta. Basit bir hesap yaparsak, ucuz zannedilen bu ürünleri çok pahalıya tükettiğimizi görürüz. Mesela Cips.
Semt pazarlarında 3 kg. patatesi 1
ytl.ye alabilirsiniz. Oysa ki 50 gram CİPS 1 liradır. Yani 1 kg. Cipsi, 20 ytl.den tükettiğimizin farkında bile değiliz. Olumsuz etkileri de cabası. Ya bu mamulleri üretenler !….
Kendi ürettiklerini asla yemezler, içmezler. Onların gıdaları organik ve doğaldır.
Son zamanlarda organik tarım yapan çok güçlü özel şirketler türedi, burada itina ile yetiştirilen ürünleri semt pazarlarında göreniniz var mı?
Ben henüz rastlamadım.
Gelelim genel sağlık boyutuna;
Son 25 yıla dikkatle göz atacak olursak, çocuk yaşta diyaliz cihazına bağlı yaşamaya mahkûm edilenler, çok küçük yaşta şeker hastalığı ile tanışan çocuklar, obez çocuklar, asabi çocuklar, 9-10 yaşında buluğ çağına girenler, çeşitli nedenlerle engelli doğanlar ve bu sayının ülke nüfusunun % 12'sineçıkması ve benzerleri. Ve sizlerinde aklını za gelebilen yeni hastalıklar. Hastalıkları üretenler, ilaçlarını da ihmal etmediler. Bu da madalyonun diğer karlı yüzüdür. Karbondioksitli meşrubatlardan, sakıncalı hazır gıdalara varana kadar bir çok yerde çeşitli uyarılar yazıldı, çizildi. Durumun ciddiyetini anlayabilenimiz var mı?
Bu sorunun cevabı, tüketim miktarıdır.
Şimdiki eğitim sistemimiz endüstri, tarım, genel kültür alanında yetersiz kaldığından, yeni nesiller tehlikenin farkında değildirler

Blogged with the Flock Browser

28 Ekim 2008 Salı

ISPARTA MUTFAGI



Sayın F.Aras'a tesekkurlerımle




Halk Mutfağı


     Türk mutfağı dünyanın sayılı mutfaklarındandır. Beslenme, bir milletin yaşayış biçimini ve fiziksel yapısını da etkiler. Buna dayanarak, mutfağın folklor açısından yeri tartışılmazdır.

Isparta yöresinde halk mutfağı çok zengin bir özellik göstermektedir. Sebze, et, tahıl kökenli yemek çeşitlerinin yanı sıra ekmek, börek ve tatlı çeşitleri de yöreye has bir özellikle yapılıp yenmektedir. Bunun yanında Türkiye'nin her yanında görebileceğimiz yemekler bu yörede de vardır. Yörede haşhaş ve üzümün yetiştirilmesi yemekleri de etkilemiştir. Zeytinyağı kullanılırmış. Yemeklerin, böreklerin içinde haşhaş yağını ya da kavrulduktan sonra ezilen halini görmek mümkündür. Pekmez de vazgeçilmez tatlı ve tatlandırıcı olarak kullanılmaktadır.

İl merkezinde yemeği evdeki kadın varsa yetişkin kızı veya gelini pişirirken, diğer yerlerde gelinler, kızlar yazın çoğunlukla tarlaya, bahçeye gittiği için evde kalan kimse -bu da genellikle kaynanadır- yemeği pişirme görevini yerine getirir. Kız çocuklarına 9-10 yaşlarından itibaren her türlü ev işlerinin yanı sıra yemek pişirmek de öğretilir. Çocuk, annesinin veya yemek pişiren kadının yanında durup görerek yemek pişirmesini öğrenir. Bununla birlikte Kız Meslek Liseleri'nde okuyan veya Halk Eğitim Merkezleri'nin açmış olduğu kurslara katılan kızlar, değişik yemek yapma ve pişirme şekillerini öğrenirler.

Yörede düğün yemeklerini genellikle erkek aşçılar pişirirler. Bu kişiler yemek pişirmesini ustalarından veya yapanların yanında görerek, tecrübe edinme yoluyla öğrenirler. Düğün yemeklerini pişirenlerin yaşı 30 ila 60 yaş arasında değişmektedir.

Yörenin hemen hemen her yerinde yemek genelde yerde "sofra bezi" veya "sofraltı" denilen bir örtü serilip üzerine "ayaklık", "kasnak" veya "tabla" adı verilen bir araç konulduktan sonra "sini" üzerinde yenir. Kalabalık ailelerde kadın ve çocuklar ayrı bir yerde yerken, küçük ailelerde kadın-erkek ayrımı yapılmaksızın sofraya oturulur. Yemeğe başlamadan önce "besmele" çekilir. Evin en büyüğü veya reisi kimse yemeğe önce o başlar. Su içileceği zaman "su küçüğün, sus büyüğün" sözü ile su önce küçüklere takdim edilir. Buna riayet edilmediği de olunmaktadır. Yemekler bir tabaktan yenilir. Yemekler sabah kahvaltısı, öğlen ve akşam olmak üzere üç öğünde toplanmaktadır. Sabah kahvaltısı geç yapıldığında öğlen yemeğinin yenilmediği görülür. Yemekler köylerde genellikle avluda, kuzine sobalarda veya ocakta; ateş, üzerinde pişirilir.

Isparta tarım ve meyvecilik yönünden zengin ve çeşitli bir yöre olduğu için yemek çeşitleri de oldukça fazladır. Yörede bilinen ve en çok yapılan yemekler şu şekilde sıralanabilir.

A) Çorbalar

1. Pirinç Çorbası: Pirinç et suyunda pişer. Et ile nohut haşlanarak bir tencerenin içinde yağ, salça, maydanoz ilavesi ile beraber pişirilir.

2. Top Tarhana: Dövülmüş buğday dere otu ve tuz ile suda kaynatılıp şişirilir. Soğuduktan sonra yoğurt, nane, maydanoz ile yoğrulur. Bir bezin üzerine yumurta büyüklüğündeki parçalar halinde döşenir ve kurutulur. Pişirileceği zaman akşamdan ılık suya salınır. Ertesi gün haşlanmış nohut ve börülce ilave edilerek bir süre kaynatılır. Sonra kızdırılmış yağ ve salça eklenir.

3. Tutmaş: Yumurta, su, un ve tuz ile hamur hazırlanır. Yufka şeklinde hamur açılır, çok ince tel şehriye tarzında kesilip kurutulur, yağ ve salça ile çorbası yapılır.

4. Oğmaş: Tabağa biraz un ve su konur, su çok az olmalıdır. Un elde, tane tane oluncaya kadar ovalanır. Minik minik tanecikler oluşmuştur. Diğer taraftan, tencereye yarıya kadar su konur ve kaynatılır. Kaynayan suyun içine ovalanan un tanecikleri bırakılır. 15-20 dakika pişesiye kadar karıştırılır. Tencereye konulan suyun yarısı kadar süt ilave edilir. Biraz daha kaynatıldıktan sonra indirilir. Üzerine sos olarak yine küçük bir tavaya konulan yağa, kaymak yağı ilave edilir ve kızartılarak çorbaya dökülür. Sıcak olarak servis yapılır.

5. Toyga: Et haşlanır, didilir. Pirinç, nane, maydanoz hepsi beraber piştikten sonra üzerine yoğurt dökülür. Sakız gibi olan çorbanın üzerine kızarmış yağ dökülür.

6. Arapaşı: Kümes hayvanların etinden pişirilir. Ayrı bir kapta acı biber, salça, yağ ve tuz kavrulur. Kaynatılmış suyun içine biraz un dökülerek koyulaştırılır. Üzerine kızarmış yağ ve salça konularak etle birlikte yenir. En çok Senirkent yöresinde pişirilir.

7. Yayla: Pirinç haşlanır ve üzerine ezilmiş yoğurt ile et suyu ilave edilir. Bir miktar böyle kaynatıldıktan sonra üzerine kızdırılmış yağ ilave edilir. Üzerine kuru nane veya maydanoz serpilir.

8. Sülüklü Çorba: Kara mercimek ayıklanır ve yıkanır. Bir kapta haşlanır. Piştikten sonra içine elde yapılma uzunca kesilmiş makarnadan atılır. Makarna piştikten sonra ocaktan indirilir. Küçük bir dığana (tava), biraz kaymak yağı konup, kızartıldıktan sonra pişen çorbanın üzerine katılır. Tuz atıp karıştırıldıktan sonra sıcak olarak servis yapılır. Bu çorbaya "sakala sarkan" da denir.

9. İrmik Çorbası: Çorbası yapılan irmik, helvası yapılan irmik değildir. Buğday pişirildikten sonra kurutulur. Kurutulan buğdayın kabukları bir dibekte dövülerek alınır. Buna "irmik" adı verilir. Keşkek ile karıştırmamak gerekir. Keşkek buğdayının kabuğu pişirilmeden soyulur. Bir miktar irmiğe, pastırma ve su ile bir tencerede iyice pişirilir. Pişirme işi bir çömlek içinde tandır ekmeklerinin yapıldığı yerde ya da fırında olursa daha güzel olur. Bahsedilen pastırma da bilinen Kayseri pastırması değildir. Pişen irmik çorbası bir kepçe ile dövülür. Daha sonra yağ ve salça ilave edilerek yenir.

B) Et Yemekleri

1. Tandır Kebabı: Kebaplık etler şişlere dizilerek toprak veya beton fırınların içine, kenarlara döşenir. Fırının ortasında yanan ateşin etkisiyle etler kızarır.





2. Yoğurtlu Et: Nohutla et hoşlanır. Yoğurt bir kaşık nişastayla ezilerek haşlanmış ete dökülür. Birlikte biraz kaynatıldıktan sonra üzerine kızarmış yağ ve mevsime göre yaş veya kuru nane ekilir.

3. Tas Kebabı: Kuşbaşı etle birlikte küçük soğan, patates, sarımsak, kimyon, kara biber, tuz ve salça bir tencereye doldurulur. Pişerken tencerenin üzerine, malzemenin üstüne kıpırdamasın diye havan bastırılır. Tencerenin içine yavaş yavaş su dökülerek pişirilir. Su çektikçe ilave edilir. Su çekilmediğinde piştiği anlaşılır.

4. Çömlek Kebabı: Kuşbaşı eti çömleğin içine döşenir. Üzerine küçük soğan, dilimlenmiş patates veya patlıcan dilimler halinde konur. Üzerine kimyon, karabiber, kekik, domates ve yağ konularak çömleğin ağzı kağıtla bağlanır. Fırındaki ateşin ortasına konur ve zaman zaman silkelenerek pişirilir.

5. Tirit: Ekmek ince dilimler halinde kızartılır, tabağa dizilir. Haşlanmış paça tirit gibi üzerine dökülür. Onun üzerine sarımsaklı sirke dökülerek yenir.

6. Banak: Parça et haşlanarak suyu alınır. Yufka ya da pide küçük küçük bölünerek, etin suyu bu ekmek parçalarının üzerine dökülür. Sonra bunlar haşlanmış parça etin üzerine konularak yenir.

7. Yumurta Mıhlaması: Kavrulmuş kıyma, soğan, yeşil biber, domates karabiber ve yağ birlikte bir müddet kavrulur. Daha sonra tencerenin içinde yumurtalar için küçük yuvalar açılarak yumurtalar kırılır ve kısık ateşte pişirilip yenir.

8. Kapama\Bütünet: Kaburga etleri parçalar halinde but etleriyle birlikte kazanda suyla haşlanır. Kazanın üzerine saç konur. Daha sonra tabaklara pide doğranarak haşlanan etle birlikte yenir.

9. Kabine: Et haşlandıktan sonra ufak ufak didilir. Halka halka doğranan soğan ilk önce tuz ve biberle ovulur ve bir tencerenin içine döşenir. Sonra soğanın üstüne et, etin üstüne ılık suda kabarmış pirinç döşenir. En üste temiz bir tabak kapanarak tabağın hizasına gelinceye kadar et suyu konur ve tencerenin kapağı örtülerek pişirilir.

10. Keşkek: Büyükçe bir toprak çömleğin içine ilk önce pastırma konur. Sonra biraz don yağı ilave edilir. Üzerine bir gün önceden ıslatılmış keşkek konur ve ağzı kapatılır. Akşam mahalle fırınına götürülür. Fırında gün boyu yanmış olan odunların közleriyle sabaha kadar pişer. Arada bir fırıncı keşkeği karıştırır ve ilgilenir. Keşkek sabahleyin fırından alınır. Bir kepçeyle iyice karıştırılarak birbirine girmesi sağlanır ve tuzu ayarlanır. İsteğe göre üzerine yağ kızartılarak sos yapılır. Sıcak olarak yenir.



Keşkek adının gelişi hakkında rivayetler vardır. Anlatılan bir rivayet şöyledir:

Asıl adı Kutlugün olan Keşkek Baba, Orta Asya'dan göç edip anayurdumuza gelen Türk boylarından asil bir boya sahip kimsedir. Salur boyundan olan Kutlugün, kırk kişilik ailenin en gencidir. Yeni evlidir. Yollarda çok kişi ölmüş ve 4 yaşlarında yeğeni Eymir, hamile olan eşi Hacer'le tek başlarına kalmışlardır. Sırtlarındaki tek azık torbasıyla Eymir ırmağı kenarına gelebilmişlerdir. Üçü de çok perişan v açlıktan bitkin durumdadırlar.

Eymir ve Salur civarlarında konaklayan üç kişilik göç kafilesi, alacakaranlıkta torbalarındaki son kalıntılarla açlıklarını giderebilmek için kırık çanaklarına ne varsa boşaltırlar ve Eymir suyundan içine katarak ateşe koyup, pişmesini beklerler. Hazırlanan yemeğin içinde ezilmiş buğday, bir parça kurumuş tuzlu et, bir miktar nohut, mercimek ve kuru fasulye bulunmaktadır. Hepsi de çok yorgun oldukları için oracıkta uyuyup kalırlar. Ertesi sabah gün doğduğunda Hacer uyanır. Ocaktaki yemeğin kabardığını görür ve hemen ağaçtan bir kabuk koparıp karıştırır. Sonra tadına bakar ve mırıldanır: "Aman Allah'ım, bu ne böyle, hepsi de mükemmel pişmiş, hılt haşgeş olmuş, keşkeş gibi" der. Hemen Kutlugün'ü kaldırır. Ağzından mırıltılarla çıkan sözleri ona söyleyerek: "Bey... bey... gel bak! Keşkek gibi olmuş. Hepsi iyiden iyiye pişmiş" der.

Kutlugün uyanınca gerçekten de yemesi hoş olan bu yemeği çok beğenir ve karısına dönerek: "Benim melek hatunum. Bu güzel yemeği, Tanrının lütfuyla taam edelim ve adını senin dediğin gibi Keşkek koyalım. Bu bizim buluşumuzdur" der.

Hacer "Olur beyim, yiğit beyim, bu buluş senindir. Madem ki senin adını da Keşkek Baba koyalım" diyerek fikrini belirtir. O günden bu güne kadar keşkek severek yenilmektedir.

11. Balık Doldurması: Pirinç, soğan, maydanoz, nane, tarçın, fıstık, üzüm ve zeytinyağı maddeleri ile "iç" denilen bir malzeme hazırlanarak temizlenmiş büyük balıkların karnına doldurulur ve karın dikilir. Tepsinin içine döşenen balıkların üzerine salçalı yağ veya su gezdirilerek fırına verilir.



12. Kapama (Papaz Yahnisi): Kızartması yapılmayan sazan balığının kuyruğu ve başı "kapama" denilen yemeğe malzeme olur. Bunun için soğan halka halka doğranıp zeytinyağda kavrulur. Biraz salça konularak sulandırılır. Bir veya iki yemek kaşığı sirke ilave edilir. Parçalanmış balıklar salçalı sirkeli suyun içine konularak pişirilir. Üzerine isteğe göre kuru nane veya limon suyu konularak yenilir.

13. Balık Kurması: Eğirdir Gölü'nde tatlı su levreği, sazan ve ıstakoz çıkmaktadır. bu balıklardan bazı yöresel yemekler yapılmaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir: "Sıraz" veya "Çiçek balığı" denilen balığın sümüksü tabakası, yüzgeçleri ve iç organları bıçakla temizlenir. Sırtının iki yanı bıçakla çizilir. Daha sonra içi kaya tuzu ile doldurularak toprak küplere veya tencerelere istif edilir. Üzerine bir ağırlık bastırılarak 40 gün bekletilir.

14. Av Hayvanları: Yörede avlanan, tavşan, keklik, karabatak (daldanmeki), yaban ördeği gibi yaban ev hayvanları avlanarak yahnisi, çorbası ve eti haşlanıp yenir.

C) Sebze Yemekleri

1. Uzun Kabak: Yörede "Asma Kabağı" olarak da tanınan bu yemek için uzun kabaklar soyulur. Bir gün evvelden nohut etle haşlanır ve kabak küçük küçük kesilerek karıştırılır. Sonra domates, yağ ve soğan ilavesiyle pişirilir.

2. Şalgam Aşı: Şalgamlar patates şeklinde soyulup, küçük parçalara ayrılır. Yağı soğan ve kıyma ile kavrularak bir gün önce ıslatılan börülceyle pişirilir.

3. Yatırtma: Patlıcanlar tepsiye yatırıldığı için bu ad verilir. Patlıcan aralı olarak soyulur, kızartılır ve karnı yarılır. İçine bol soğan, kıyma, domates, yeşil biber, karabiber karışımı kavrularak doldurulur. Tepsiye uzun uzun yatırılarak pişirilir.

4. Oturtma: Patlıcanlar halka halka doğranıp ortası çukurlaştırılır. İçine, kıyma, soğan, domates, nane, biber gibi şeyler hazırlanarak doldurulur. Hazırlanan katkıya "iç" ya da "harç" denilir. Sonra pişirilir.

5. Ispanak: Yağ, soğan ve salça kavrulur. Kıyılan ıspanak, kırmızı biber, su ve tuz ilavesiyle hep birlikte pişirilir. Pişmeye yakın zamanda bir fincan pirinç atılır.

6. Sirken Otu: Ispanak gibi pişer.

7. Bicibici Otu: Ispanak gibi pişer.

8. Dolmalar: Yörede patlıcan, biber, asma yaprağı, domates, kabak ve lahana gibi sebzelerin dolmaları yapılır. Soğan doğrandıktan sonra karabiber, tuz, nane, maydanoz, pirinç ve kıyma ile iç hazırlanır. Hazırlanan iç, sebzelerin içine doldurulur veya sarılır. Lahana ve asma yaprağı sarılmadan önce haşlanır.

D) Börekler

1. Kuyruğu Sulu: Un, tuz ve su ile hamur yapılır. Kıymanın içine biraz yumuşak olması için su, rendelenmiş soğan, karabiber, maydanoz ilave edilir. Hamur yumurta büyüklüğünde alınarak onbeş-yirmi cm. çapında oklava ile açılır ve yarısına bu içden konulur. İkinci yarısı üzerine kapatılır. Saçta pişirgeçle iki yüzü çevrilerek pişirilir. Üzerine yağ sürülerek sıcak yenir. Kuyruğu sulu denmesinin sebebi içine sulanmış kıyma konulması sonucu ilk defa ısırıldığında başta kalan ucundan su fışkırır ve "kuyruğundan su çıkıyor" denilir.

2. Saç Böreği: Su, un, tuz ile hamur yoğrulur. Bezeler oklavayla yufka gibi ince açılarak içine daha önce hazırlanmış, kavrulmuş kıyma, soğan, karabiber ilave edilerek yufka kapatılır. Saçın üzerinde pişirilip yağlanır.

3. İnce Börek: Un üç yumurta, tuz ve suyla yoğrulur. Onsekiz yufka açılır. Tepsi yağlanır ve açılan yufkalar tepsiye döşenir. Altı kat yufkada bir kıymalı veya peynirli iç konur. Yufkalar bitince en üstüne yumurta ile yoğurt karıştırılıp sürülür, fırında pişirilir.

4. Katmer: Su, un ve tuzla hamur yoğrularak yufka gibi ince açılır. İçine tahin sürülüp çörek şeklinde katlanır. Tekrar yufka gibi açılır; fakat, birinci açılıştaki gibi ince olmayıp yarım cm. kalınlığında açılır. Saçta pişirilip iki yüzüne yağ sürülerek yenir.

5. Pişi: Maya, un, tuz, su, yağ ve iki yumurta ile hamur yoğrulur. Hamur bir süre bekletildikten sonra kabarır. Hamur yumurta büyüklüğünde parçalara ayrılır. Bunlara "pazı" veya "beze" denir. Bezeler 10-15 cm. çapında açılarak tavada yağ ile kızartılır.

6. Nokul: Pişideki gibi hamur hazırlanır. Bir parmak kalınlığında hamur açılır. İçine tahin, tarçın, dövülmüş ceviz veya ezilmiş haşhaş konularak dürülür. Sonra küçük parçalara kesilir ve üzerine susam basılarak yağlanmış tepsilerde fırında pişirilir.

E) Tahıl Yemekleri

1. Pirinç ve Bulgur Pilavı: Pirinç pilavında pirinç bir gün evvel ıslatılır. Nohut ilave edilmek istenirse bu da ıslatılır. Tencerede yağ, soğan ve salça kızartıldıktan sonra üzerine pirinç veya bulgur nohutla birlikte konur. Bir müddet sonra et suyu ilave edilir. Su çekilince piştiği anlaşılır.

2. Mercimekli Aş: Yeşil mercimek haşlanır. Tencerede yağ, soğan, salça ve biber kızartıldıktan sonra mercimek bulgur ile pişirilir. Pişerken su ilave edilir.

3. Kuru Fasulye: Fasulye bir gün evvel ıslatılır. Bir miktar kuşbaşı, soğan, tuz, salça ve su ilavesiyle pişirilir.

4. Karnı Kara\Börülce: Kuru fasulye gibi pişer. Ancak bunu ıslatmaya gerek yoktur. Çünkü çabuk pişer. Kuru fasulyeden farklı olarak ateşten ineceğine yakın bir zamanda unun üzerine su serpilerek hazırlanan şehriye tarzında, "Oğmaş" denilen bir hamur yemeğe ilave edilir. Bir miktar daha kaynatılarak pişirilir.

5. Tatar: Un, yumurta, süt, tuz ve yağ ilaveleriyle hamur yoğrulur. Hamur ince yufkalar halinde açılır. Yufkalar bir, bir buçuk santim kareler halinde kesilir. Bunlar kaynar suda haşlanır. Sonra sarımsaklı yoğurdun içine konulur. Üzerine salçalı kızarmış tereyağı ve kıyma ilave edilerek yenir.

6. Gölle: Şekersiz aşureye denir.

F) Tatlılar

a) Hamur Tatlıları

1. Baklava: Üç yumurta, su, un ve tuz ile hamur yoğrulur. Hamur iri ceviz büyüklüğünde "beze"lere ayrılarak bir bezin üzerine konurlar. Bezeler yufka halinde oklava ve nişastayla çok ince açılır. Tepsi yağlanır, yufkalar tepsilere döşenir. Kat kat arada yağlanarak on yufka üst üste serilir. Arzuya göre araya ezilmiş ceviz veyahut fındık, fıstık gibi kuru yiyecekler serpilir. Bitince baklava dilimler şeklinde kesilir. Sonra kızdırılmış tereyağı üzerinde gezdirilerek dökülür. Fırında piştikten sonra soğuk olarak şerbeti de dökülerek bir müddet bekletilir.

2. Peynir Baklavası: Senirkent'te yaygındır. Ceviz vb. maddelerin yerine yufkaların arasına tatlı, tuzlanmamış taze peynir konulur. Baklavadaki işlemler yine burada da tekrarlanır.

3. Sarı Burma: Baklava hamuruyla yapılır. İnce açılan yufkaların arasına iç malzeme konduktan sonra oklavaya sarılır ve çekilerek körük gibi yapılır. Sonra tepsiye dolandırılır. Üzerine kızgın yağ dökülerek bir gece dinlendirilir. Ertesi gün fırında pişirilir. Şerbeti biri sıcak biri soğuk dökülür.

4. Samsa: Un, su ve tuz ile hamur yapılıp yufkalar açılır ve on cm. genişliğinde, şeritler halinde kesilir. Yufkanın bir köşesine ezilmiş ceviz, tarçın ve toz şeker veya pekmez konur. Sonra küçük kareler şeklinde katlanır ve ağzı bastırılarak yapıştırılır. Bir süre temiz bir çarşaf üzerinde nemi gidinceye kadar kurutulur. Kızdırılmış yağda üçü beşi bir araya getirilip şişe dizilerek kızartılır. Sonra şerbeti dökülür.

5. Lokma: Yumurta, su, un, maya ve tuzdan hamur yoğrulur. Bir-iki saat sonra koyu bulamaç halindeki hamurdan kaşıkla bir parça alınır ve kızgın yağa atılır. Kızaran lokmalar soğuduktan sonra şerbetin içine atılır.

6. Tosman Kara: Un yağla kavrulur. Üzerine kaynar pekmez dökülür. İçine istenirse ezilmiş ceviz de konabilir. Soğuduktan sonra elle yoğrulup parmaktan kalın rulolar halinde yuvarlanır ve parçalar halinde hazırlanır.

7. Şekerleme: Bir çay bardağı pudra şekeri ve çiçek yağı, yedi-sekiz çay bardağı un, bir su bardağı yoğurt, bir tatlı kaşığı karbonat, bir yumurta ile yoğrulur. Sonra hamur küçük daireler şeklinde açılıp içine ezilmiş ceviz, tarçın ve toz şeker konularak kenarları kapatılır. Tepsiye döşenerek fırında pembeleşinceye kadar pişirilir. Üzerine pudra şekeri serpilerek yenilir.

8. Güllaç: Hazır olarak satılan ve nişastada açılmış olan güllaç alınır. Yufkadan biraz daha küçük açılır. Başka yerlerde güllacın içine ceviz konduğu halde Yalvaç ve çevresinde süt kesiği konur. Süt yeterli miktarda kestirilir ve kesiğin içine biraz toz şeker atılarak hafif tatlanması sağlanır. Su ya da sütle ıslatılan güllaç yaprakları yumuşar. Hassas oldukları için hemen sarılması gerekir. Aynı sarma sarar gibi içine hazırlanan harçtan konulup küçük küçük sarılır ve tepsiye döşenir. Bir tencereye yarı yarıya şeker ve su konularak kaynatılır. Böylece şerbet elde edilmiş olur. Buna "mat" da denir. Bir kat hazırlanmış şerbet eşit şekilde dökülür. Tepsi ocağa konulur. Ocak yandıktan sonra tepsi çevrilerek bir süre pişirilir. Her tarafın eşit şekilde piştiğinden emin olduktan sonra indirilir ve soğumaya bırakılır. Eğer şerbet az gelirse, ikinci bir kat daha şerbet dökülebilir. Şerbetin ılık olmasına dikkat etmelidir. Tatlı, soğuduktan sonra servis yapılır.

b) Su ve Süt Tatlıları

1. Sütlaş: Pirinç sütle haşlanır. Şeker ilave edilerek muhallebi kıvamında kaynatılır. Üzerine tarçın ekilir.

2. Pelte: Nişasta sulandırılmış pekmezle karılır ve duru ayran kıvamına getirilir. Az bir yağ, dığanda kızarınca, içine karıştırılarak dökülür ve bir miktar kaynatılır. Biraz koyulaştıktan sonra ocaktan indirilir. Sıcakken küçük tabaklara alınarak, soğumaya bırakılır. Üstü kaymaklanınca yenilir.

3. Su Peltesi: Nişasta su ile pişirilir. Pelte kıvamına geldikten sonra kaselere dökülür. Küçük kareler şeklinde kesilir ve üzerine pekmez dökülerek yenilir.

4. Zerde: Pirinç bir miktar suyla haşlanır. Yumuşayınca şeker ilave edilir. Aynı zamanda lezzet getirmesi itibarıyla et suyu ilave edilir. Pirinç bundan sonra koyulaşır. Daha sonra gül suyu veya vanilya, tarçın ekilerek yenir.

c) Diğer Tatlılar

1. Aşure: Kabuğu çıkarılmış buğday, nohut, fasulye, kuru üzüm ve incir gibi bazı yan besinler kaynatıldıktan sonra şeker veya pekmez ilavesiyle pişirilir. İçine fıstık, fındık, ceviz gibi yemişler katılarak yenir.



2. Haşhaş Helvası: Bu tatlı için kavrulup ezilmiş haşhaş gerekir. Bir dığana biraz yağ konur. Hafif ısınan yağa bir kilo pekmez dökülür ve kaynayınca, yarım kilo ezilmiş haşhaş ilave edilerek sürekli karıştırılır. Karıştırılırken, iki üç kaşık un ilave edilir. İyice koyulaşınca ocaktan alınır ve karıştırılmaya devam edilir. Sıcak ya da soğuk yenir.

3. İrmik Helvası: Yarım kiloşar irmik ve yağ Antep fıstığıyla pembeleşinceye kadar kavrulur. Bir kilo su ile bir kilo şeker kavrulan irmiğin üzerine şerbet halinde dökülür ve karıştırılır. Şerbetin iyi çekmesi için tencerenin kapağı kapatılır.

4. Kabak: Sarı kabak dilimler halinde doğranır. Kabuğu soyulup tepsiye döşenir, şeker ve su ilavesi ile pişirilir. Sonra üzerine ezilmiş ceviz serpilir.

5. Sırma: Bu tatlı bütün meyvelerle yapılabilir. Örnek olarak eriği seçecek olursak, erikler yıkandıktan sonra bir kazanda kaynatılır. İyice pişen erikler bir kevgire alınır ve kevgirden ezilerek geçirilir. Bir sininin üstüne elde edilen marmelat dökülür. Sinide iyice yayılır. Birkaç gün sinide duran erik marmeladı kurur. Siniden alınır ve parça parça kesilerek yenir. Dürüm yapılarak yenen sırmanın içine isteğe göre şeker de konulabilir.

G) Ekmek Çeşitleri

1. Yufka: Hamur sabah erkenden teknede yoğrulur. Ayran veya peynir suyu ile bir gün önceden ıslatılmış tuz, un birbirine katılır. Ayran veya peynir suyu kullanılmazsa unun özü kesilir ve ekmek iyi olmaz. Hamur iyice yumruklanarak karılır. Kadınlar bir araya gelerek pişirmeye başlanır. Hamur küçük parçalar halinde ayrılarak "Beze" denilen hale getirilir. Bir kişi oklava ile bezeleri büyük daire şeklinde, "Senit" denilen tahta tabla üzerinde açar. Diğer bir kişi saçın yanında tahtadan yapılmış "pişirgeç" denilen bir aletle saçın üzerinde pişen ekmeği çevirir. Saçın altındaki ateş çalı, çırpı veya talaşla yakılır.

Yapılan ekmekler üst üste dizilir, gerektiğinde su serpilip yumuşatılarak yenir. Daha çok köylerde yapılan bu ekmek baharda ve sonbaharda yapılır. Gerektiğinde başka zamanlarda da yapılabilir. Ekonomik olmasıyla çok tercih edilen bir ekmek çeşididir.

2. Fırın Ekmeği: Maya, un, tuz ve su yoğrulur. "Miniyet" denilen uzunca ve gözleri olan bir tahtanın içine mayalanan hamur parça parça konur. Fırına götürülerek pişirilir. İsteğe göre bezelerin üzerine susam, haşhaş taneleri serpilir.

3. Bazdırma\Bazırma: Fırın ekmeği gibi hamur yoğrulur ve bezelere bölünür. Bezeler elle yirmi cm. çapında açılır. Saç üzerinde pişirgeçle pişirilir.





H) Kışlık Hazırlanan Yiyecekler

1. Salça: Domatesler yıkanarak doğranır. Süzgeçten geçirilerek püre haline getirilip, tuzlanıp güneşte kurutulur.Püre kıvamında kavanozlara doldurulur.

2. Turşu: Her sebzenin turşusu yapılır. (Salatalık, domates, lahana, patlıcan, biber, fasulye...) Sebzeler yıkanıp ayıklanır, kavanoz veya küplere doldurulur. Üzerine sirke ve su ilave edilerek 20 gün bekletilir. Suyun bütün kaba yayılması ve koku vermesi için dere otu, nane sapları, defne dalı gibi otlar atılır.

3. Bulgur: Yörede buğday ayıklanıp temizlenerek büyük kazanlarda kaynatılır. Sonra çarşaf üzerinde güneşte kurutulur ve yarılmak üzere değirmene götürülür. Değirmende buğdayların üzerine belirli oranda su serpilir. Bu işleme "Tavlama" denilir. Buğday su ile harman edilir ve elle ovulur. Tâ ki kepek denilen kabuk taneden ayrılıncaya kadar ovalanır. Sonra değirmende büyüklüğüne göre çekilir. Tekrar çarşaflara serilip güneşletilir. Bulgur rüzgarlı havada kalburlarla savrularak arta kalan kabuklardan temizlenir. Çekilen bulgur çeşitleri pilavlık, çorbalık, dolmalık, köftelik olarak ayrılır.



4. Erişte: Un, su, yumurta ve tuzla hamur hazırlanır. Hamur yufkalar halinde açılır. Biraz gölgede kurutulur ve kesilecek hale getirilir. Yufkalar katlanarak ikişer mm. eninde üçer cm. boyunda kesilirler. Temiz çarşaflar üzerinde kuruyan malzemeye "Makarna" denilir. Bunun fırında tepsiler içerisinde kavrulmuş haline "Erişte" denilir.

5. Kurutma: Her sebze kurutulabilir (Taze fasulye, kabak, biber, patlıcan, bamya...). Meyveler de kurutularak kompostosu yapılır (Erik, elma, dut, ayva üzüm...).

6. Pekmez: Üzümler "Suluk" denilen tahtadan yapılmış araçlara dökülerek ezilirler. Suluğun ağzındaki delikten üzümün suyu kazanlara akar. "Pekmez Toprağı" denilen bir toz kazanlara dökülür. Bu toz üzümün suyunu tatlıya dönüştürür. Üzümün suyu bir süre bekletildikten sonra "Pekmez Ocağı" denilen ocaklarda kaynatılarak koyulaştırılır. Buna "Pekmez" denir.



7. Bulama: Pekmez ocakta daha koyu kaynatılır. Soğuduktan sonra "Pekmez Tavası" denilen leğenlerin içinde üç-beş kişi tarafından elle çırpılır, dövülür. Bir süre sonra koyulaşan pekmez kesilerek katılaşır. Sarımsı bir renk alarak bulama olur.

8. Reçeller: Her meyvenin reçeli olur. (Armut, erik, kayısı, vişne, çilek, şeftali, portakal, ayva, gül...) Belli oranlarda şeker ve meyve, su ilavesi ile kaynatılır. Koyulaşmaya yakın limon suyu ilave edilerek kavanozlarda saklanır.

Geçiş törenleri içinde yer alan yemekler ailenin maddî durumuna göre değişmekle beraber genelde bulunması zorunlu olan yemekler ve yeniliş sırası şöyledir: Çorba (pirinç veya yayla çorbası), söğüş (domates, biber ve kuru soğan), kapama (bütün et) veya etli kuru fasulye ya da nohut, kabine, tatlı (irmik helvası, zerde). Yemekler yuvarlak çakılmış tahta masalarda yenir. On kişilik olan bu masalara "Bir Sofra" denilir. Yemekler yenmeden önce bir hoca, sabah erkenden gelip duâ eder. Buna "Kazan Açılma Töreni" denir. Duâdan sonra orada bulunanlara ilk yemek verilir.

Üç aylarda ve kandil günlerinde irmik helvası, pişi veya nokul; Muharrem ayında aşure ve ölünün kırkıncı günü pişi yapılarak komşulara dağıtılır.

Kap-Kacaklar: Tüplü ocakta yemek pişirenler genellikle bakır, çelik vb. mutfak araçları kullanırlarken, kuzine sobayı kullananların alüminyum kapları ve bakırı tercih ettikleri görülür. Kırsal kesimlerde hemen her evde kullanılan ortak araç gereçlerin bir kısmı şunlardır: Kazan, sini, kepçe (çomca), kevgir, tencere, haranı (küçük kazan), tava, ilistir, tas, sahan, tekne, leğen, saç, saçayağı, senit, helva kepçesi, toprak çömlek, aşma (bakraç), pişirgeç, süt güğümü, pekmez kaynatılan büyük bakır leğen.... Bütün bunlar bakırdan yapılmıştır ve kilerde veya samanlıkta duvara veya tavana asılı olarak muhafaza edilmektedir. Yemek yemede kullanılan tabak ve taslar mutfak dolabında ya da raflarda muhafaza edilir. İl ve ilçe merkezlerinde ise; özellikle yeni yapılarda, modern mutfak kullanılır. (Müsandere Dolapları)
 
 

 

"…Zeytinyağı doğallıktır, sağlıktır, lezzettir... Binlerce yıllık bir kültürdür... Hayattır... Sıkılan ilk danedir, süzülen ilk damladır, bandırılan ilk ekmektir... Alınteridir... Sevinçtir... Mutluluktur...Zeytinyaği yaşama biçimidir... Sadakattır... Tutkudur... Berekettir... Ciddiyettir... Zeytinyaği bizim için bir gelenektir..."

 

HALDUN KESKIN BUTIK URETIM DOGAL GIDALAR

SOGUK SIKIM  TAS SISTEM  SIZMA ZEYTINYAGI & ZEYTIN & SABUN

 KATKISIZ EV SALCASI & CICEK BALI & EV ERISTESI & TARHANA & EV PEKMEZI (KECI BOYNUZU VE KARA UZUM)

Türkiye'nin eve Teslim Perakende Butik Zeytinyağcısı " İsterseniz 1/2 Kilo, İsterseniz 18 Kilo "

www.zeytin.cjb.net. 0236 414 44 36 & 0532 265 89 00

Merkez Çarsi. 50. Sokak. No : 6 AKHISAR

                                                                          AKHISAR VD. 548 000 4227

Zeytinyağı dostuysanız, ürünlerimizin özellikleri, fiyatları ve teslimat bilgileri konusunda bilgi sahibi olmak istiyorsanız,

Lütfen keskinlergenpa@gmail.com adresine "KAYIT" konulu ileti atın.

GUVENLE ALISVERIS YAPAN UYE SAYIMIZ 8200 UYEYE ULASTI. GUVENINIZE TESEKKUR EDERIZ



Blogged with the Flock Browser

Untitled

ffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffff

23 Ekim 2008 Perşembe

Yeni sitemin adresi

http://hikmet.freevar.com/egitim.html
Blogged with the Flock Browser

KANSERLE MÜCADELE VE ÜZÜM ÇEKİRDEĞİ, KIRMIZI BİBER

Üzüm çekirdeği ve Kanser..
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kenan Kaynaş, üzüm çekirdeğinin insan bedeninde kanser oluşumunu önleyen, kalp, damar ve şeker hastalığına iyi gelen omega 3 ve 6 yağ asidi açısından çok zengin olduğunu bildirdi. Prof Dr. Kaynaş, bu nedenle üzümün çekirdeğiyle tüketilmesi gerektiğini söyledi.

Prof. Dr. Kaynaş, "Bazı şaraplık üzüm çeşidi çekirdeklerinin yağı içerikleri ile yağ kalite özelliklerinin belirlenmesi" konusunda yaptıkları araştırmada, yetiştirilen 8 farklı siyah üzüm, 4 farklı beyaz üzüm çeşidine ait 20 adet çekirdeğin özelliklerinin ve yağ asidinin incelendiğini belirtti.

Yapılan araştırmada üzüm çekirdeğinde yüzde 80 esansiyel ve omega 3 ve 6 grubu yağ asitlerinden olan linoleik yağ asidi içerdiğinin ve üzüm çekirdeği yağının doymamışlık değerinin yüzde 90'lara yaklaştığının belirlendiğini ifade eden Prof. Dr. Kaynaş, şöyle dedi:

"Omega yağ asitleri kalp hastalıklarında, ikinci tip şeker hastalığında, çeşitli kanser (prostat, meme) vakalarında, obezitede ve iltihaplı eklem romatizması gibi hastalıkların önlenmesinde ve kandaki iyi kolesterol oranın yükseltilmesinde önemli rol oynamaktadır."

Prof. Dr. Kaynaş, üzüm çekirdeğinin E vitaminden 50, C vitamininden 20 kat daha güçlü etkiye sahip olduğunu, aynı zamanda üzüm çekirdeğinde tespit edilmiş en güçlü antioksidan etkinin olduğuna dikkati çekerek, şöyle konuştu:

"Antioksidan özelliği ile insan vücudunda kimyasal reaksiyonlar sonucu oluşan veya dışarıdan sigara, alkol veya kirli havayla alınan zararlı maddelerin etkisiz hale getirilmesini sağlar."
------------------------------------------------------------------------------------------------

Doğal beslenme ve doğal bitkisel tedavi yöntemleri gün geçtikçe önem kazanıyor! Doğadan gelen besinlerin gücü de bir bir ortaya çıkıyor. Kanser tedavisinde Fitoterapi "nin önemi, Erciyes Üniversitesi "nde "üzüm çekirdeği" ile ilgili iki yıl süren deneysel çalışmaların sonunda kanıtlandı.

--------------------------

Erciyes Üniversitesi TIP Fakültesi Biyokimya ve Klinik Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Dr . Aysun Çetin iyibilgi"nin sorularını yanıtladı.

Araştırma için neden üzüm çekirdeği seçildi?

Üzüm (vitis vinifera) insanlık tarihi kadar eski ve çok çeşitli şekillerde tüketilen bir besindir.Üzüm çekirdeğinin içerdiği çok özel bir bioflavonoid olan proantosiyanidin ,

C vitamininden 20 kat, E vitamininden ise 50 kat daha güçlü bir antioksidandır. Başka bir deyişle üzüm çekirdeği bugüne kadar keşfedilen en güçlü antioksidanlardan biridir. Antioksidanlar, vücudumuzda kendiliğinden oluşan veya kimyasal ve radyasyon hasarı gibi dış kaynakların etkisiyle oluşan, vücuttaki normal hücreleri tahrip eden veya mutasyona uğratan serbest radikaller ile savaşır. Vücudumuzda antioksidanlar ile serbest radikaller denge halindedir. Şayet denge bozulur, olumsuz yöne kayarsa kanser başta olmak üzere pek çok Hastalıkla karşılaşabiliriz. Serbest radikaller yaşlanmanın da sebebidir.

Araştırmanın içeriği ve aldığınız ödülle ilgili bilgi verebilir misiniz?

Fareler biyolojik olarak insan vücuduna en çok benzeyen hayVanlardır. Karaciğer ise vücudun laboratuarı gibidir. Bizde üzüm çekirdeği özütünün kemoterapi ve radyoterapi uygulanan farelerin karaciğerinde antioksidan etkinliğini araştırdık. Araştırmamız sonucunda kemoterapi ve radyoterapi tahribatına karşı üzüm çekirdeğinin faydalı olduğunu bulduk.

Araştırmamız 14 Mart 2008 de Erciyes Üniversitesinin düzenlediği Geleneksel Gevher Nesibe Teşvik Ödülü Yarışmasında birincilik ödülü almıştır, aynı zamanda uluslararası Turkish Journal Of Gastroenteroloji ve American Journal of Chinese Medicine dergilerinde yayınlanmak üzere seçilmiştir.

Öncelikle kemoterapi ve radyoterapi gören hastaların ne gibi olumsuz etkilere maruz kaldığını öğrenebilir miyiz?

Kanser anormal hücrelerin kontrolsüz çoğalması ve yayılması ile karakteRize bir grup Hastalıktır. Kanser hücrelerinin normal hücrelere göre hızlı büyümesi ve çoğalması nedeniyle çoğu anti kanser ilaç bu tür özellik taşıyan hücrelerin yok edilmesi için geliştirilmiştir. Ancak bazı normal hücrelerde de benzer özellikler bulunmakta, bu hücrelerde kanser tedavisinden doğrudan etkilenmekte ve olumsuz etkiler ortaya çıkmaktadır. Bu tür hücreler saç folikülleri , kemik iliği, sindirim ve üreme sisteminde bulunduğu için olumsuz etkiler daha çok bu bölgelerde görülür.

Hekim olarak gözlenen bu olumsuz etkilere yan etkiler demekteyiz. Yan etkiler kullanılan ilacın türüne, dozuna, hastalığın türüne ve hastanın yapısına göre değişiklikler gösterir. En sık görülen yan etkiler bulantı, kusma, saç dökülmesi ve yorgunluktur. Bunun dışında ağrı , enfeksiyon, kanama sorunları, nezle benzeri belirtiler, kabızlık veya ishal, el ve ayaklarda karıncalanma, titreme, uyuşukluk, cilt ve tırnak sorunları vb. pek çok yan etki gözlenebilir. Geç yan etki olarak da kısırlığa yol açabilir.

Radyoterapi (ışın tedavisi) sırasında görülen yan etkiler ise uygulandığı organ ve dokulara göre değişmekle birlikte en sık iştahsızlık, bulantı ve kusmadır. Ayrıca ciltte tahriş, güneş yanığı benzeri kızarıklık, kuruma, pullanma, sulu cilt reaksiyonları, tedavi alanında geçici ya da kalıcı saç dökülmesi gözlenebilir.

Hastalar olumsuz etkilerden ne kadar zamanda kurtulabilirler ve bu zaman diliminde nelere dikkat etmeliler?

Erken yan etkilerin çoğu kemoterapi ve radyoterapi devam ettiği sürece oluşur ve tedavi tamamlandıktan sonra tamamen kaybolur. Bazılarının düzelmesi ise daha uzun zaman alabilir. Normale dönme süresi yine kullanılan ilaç türüne, miktarına ve hastanın durumuna göre değişiklik gösterebilir. Tedavi süresince hasta normal yaşantısına devam edebilir ama dinlenmeye de özen göstermelidir. Hasta bu süreç içerisinde özellikle beslenmesine çok dikkat etmelidir.

Dengeli beslenme yan etkileri azaltır. Yüksek proteinli besinler özellikle et, balık, süt, yoğurt, yumurta, baklagiller yenmelidir. Çok sıcak, çok soğuk, acı, baharatlı, ekşi gıdalar yenmemelidir. Yağlı besinlerden kaçınmalıdır. Eğer hastanın ishali varsa posa bırakan besinlerden de uzak durmalıdır. Bol sıvı alınması mesane ve idrar yolunda gelişebilecek mikrobik olayları önler. Bedeni yormayan egzersizler örneğin yürüyüşler hastanın fizik gücünü artırır. Diş çürüme riski arttığı için ağız hijyenine de dikkat edilmelidir. Tedavi aksatılmamalı, düzenli olarak tedaviye devam edilmelidir. Endişelendiren, rahatsız eden konular ise mutlaka Doktorla görüşülmelidir.

Tedavi sürecinde üzüm çekirdeği kullanırken nelere dikkat edilmeli ve nasıl kullanılmalı?

Bugüne kadar keşfedilen en kuvvetli antioksidanlardan biri olan doğal üzümün çekirdeğiyle birlikte çiğneyerek tüketilmesi özellikle kemoterapi ve radyoterapi alan kanser hastalarında çok faydalıdır. Hastalara tedaviye başlamadan önce üzüm çekirdeği tüketimine başlamalarını ve tedavi süresince de aşırıya kaçmadan beslenme öğesi olarak çekirdekli üzüm tüketmelerini tavsiye edebiliriz.

Kemoterapi ve radyoterapi sırasında hastalar enfeksiyona çok yatkın olduğu için tüketmeden önce kuru veya yaş üzüm taneciklerinin çok iyi yıkanıp temizlenmesi gerekir.

Fakat şunu da vurgulamak gerekir ki beslenme bir bütündür. Sadece üzüm çekirdeğini değil doğal yolla üretilmiş meyveler, sebzeler ve yüksek proteinli besinleri de diyette bulundurmalıdır. Dengeli beslenme önemlidir.

Üzüm çekirdeği genel olarak nelere faydalıdır, hangi kanser türlerinde kanser oluşumunu önleme özelliği var?

*Üzüm çekirdeği damarların kollajen dokusunu sağlamlaştırdığı için damar sertliği

ve damar sertliği ile ilgili çok sayıda hastalığı önler.

*Hipertansiyon, kalp krizi ve felç olasılığını minimale indirir.

*Kolestrolün düşmesine yardımcı olur.

*Diabetli ve varisli kişilere son derece faydalıdır.

*Gözü maküler dejenerasyon ve kataraktan korur. Sürekli bilgisayarın başında olan kişilerin göz sağlığının korunmasında da önemlidir.

*Diş çürüklerini önler.

*Cildin bağ dokusunda bulunan kollajeni sağlamlaştırır. Deriyi dinçleştirdiği, sarkmasına engel olduğu için kozmetik kremler de kullanılır.

*Damarları yenilediği için anti-aging etkisine (yaşlanmayı geciktirici etki)sahiptir. Yenilenen damarlar yaşlılığı geciktirir. Böylelikle ciltteki yaşlanma belirtileri azalır.

*Histamin salgısını azaltarak alerjiyi önler.

*İltihabi prostaglandinlerin sentezini azaltarak romatizmal Hastalıklar, ağrı ve endometrioz gibi durumlarda yararlı olur.

En önemlisi DNA hasarını azaltarak kanser oluşum riskini de minimale indirir. Bu nedenle tüm kanser tiplerinin önlenmesinde ve tedavisinde üzüm çekirdeğinin katkı sağlar.

Yukarda sayılan pek çok faydasından dolayı günde bir avuç ya da bir fincan dolusu kuru üzüm yenmesi tavsiye edilir. Özellikle kara üzümü ya da kurusunu yerken çekirdekleri mutlaka çiğnenmelidir.

Hastalanmadan sağlıklı yaşamak için neler önerirsiniz?

*sağlıklı yaşamanın ilk kuralı sağlıklı beslenmedir. Yapılan araştırmalarda kanser türlerinin %70"nin kötü diyetle bağlantılı olduğu, sağlıklı diyet ve beslenmeyle de kansere yakalanma oranının azaldığı gösterilmiştir.

*Amerikan Kanser Araştırma Enstitüsüne göre günde 5 porsiyon meyve sebze yenmesi kanser riskini %20"den daha fazla düşürüyor, bu nedenle mümkün olduğunca çok miktarda ve doğal yolla yetiştirilmiş meyve sebze tüketmeye çalışın. Tüketmeden önce meyve sebzeleri çok iyi yıkayın.

*Yağsız beslenmeye özen gösterin. Kızartmaktansa besinleri haşlamayı, buharda pişirmeyi veya ızgarayı tercih edin.

*Rafine tuz tüketimini azaltın.

*Besinlerin tütsülenmesi, Tuzlanması, nitrit/nitrat gibi kimyasal koruyucularla işlenmeleri sonucu kansere yol açan bazı maddeler oluşur. Örneğin sucuk, salam, sosis, salamura et gibi yiyecekler çok fazla miktarda nitrit/nitrat içerirler. Bu tür besinleri çok tüketenlerin yanında

*C vitamini alması, üzüm çekirdeği tüketmesi koruyucu olabilir.

*Kırmızı et yerine tavuk, balık, kuru baklagiller tüketin. Sürekli kırmızı et yiyen kişilerin kanser olma riski, ayda bir kez kırmızı et yiyenlere göre 2.5 kat daha fazladır. Kırmızı et tüketeceğiniz zamanlarda ise suni yemle beslenmemiş hayVanların eti olmasına özen gösterin.

*Çavdar ,kepek,yulaf gibi lifden zengin besinleri tercih edin .

*Günde 2-3 bardak yağı azaltılmış süt için ve/veya süt ürünleri ile beslenin. Kefir gibi ürünlerde faydalıdır.

*Rafine gıdalardan olabildiğince uzak durun.

*Kimyasal koruyuculu hazır yiyecekler yerine doğal besinlerle beslenmeyi tercih edin.

*sigara içmeyin. Kanserin yol açtığı tüm ölümlerin % 30"u sigara ve diğer tütün ürünlerine bağlıdır.Günde 1-10 adet sigara içenlerde akciğer kanseri riski içmeyenlere göre % 20 fazladır.Çocuk kanserlerinin en önemli nedeni anne-babanın sigara içmesidir.

*Alkolden uzak durun.

*Günde en az 15 dakika spor yapın. Spor hem beden sağlınız için hem de endorfin dediğimiz mutluluk hormonunu salgılatarak ruh sağlığınız için çok faydalıdır. İdeal kilonuzda kalmaya çalışın.

*Ultraviyole ışınlar deride erken yaşlanma ve hasar oluşturarak cilt kanserine neden olabilir. Uzun süreli güneş altında kalmaktan kaçının.

*Kanserin ortaya çıkmasından sorumlu önemli diğer bir neden ise giderek artan çevre kirliliğidir. Çevre kirliliğinin kanser oluşumuna katkısı %10"u bulmaktadır. Bu nedenle temiz havası olan yeşil yerlerde daha çok vakit geçirin.

*Daha az strese girip daha çok huzurlu ve mutlu olmaya çalışın.

--------------------------------------------------------------------------------------------
üzüm çekirdegi ve posasindan elde edilen özün, mikrop ve bakterileri yok ettigini kanitladi, New York Times'e haber oldu.


Üzüm çekirdegi ve posasinin, mikroplar ve bakterilere karsi yok edici etkisi oldugunu, yaptigi arastirmayla kanitlayan Dr. Osman Sagdiç tip dünyasinin dikkatlerini üzerine çekti. The New York Times ve BBC, Dr. Sagdiç'in bulusuna genis yer vererek övgüyle söz etti. Kayseri Erciyes Üniversitesi (EÜ) Mühendislik Fakültesi Gida Mühendisligi Bölümü Ögretim Görevlisi Dr. Osman Sagdiç, yiyecek ve içeceklere belli oranlarda katilan ve insan sagligina zararli dogal olamayan koruyucularin (Nitrat, nitrit ve benzoik asit gibi) yerine, üzüm çekirdegi ve posasindan elde edilen özün, mikrop ve bakterileri yok ettigini arastirmayla kanitladi. Arastirmasini 'Journal of the Science of Food and Agriculture' isimli uluslararasi dergiye gönderen Dr. Osman Sagdiç bir anda dünya basinin ilgisini çekti. The New York Times ve BBC'nin genis yer verdigi Dr. Sagdiç, basarisinin sirrini dogal olan koruyucular üzerinde uzun süre yaptigi arastirmalara bagladi. Dr. Sagdiç sunlari söyledi: "Yiyecek ve içecekleri uzun süre taze tutmak için Dünya Saglik Örgütü'nün belirledigi oranda dogal olmayan koruyucular katiliyor. Bu koruyucularin fazla kullanilmasi halinde insan sagligina zararlari yapilan arastirmalarla tespit edildi"

-----------------------------------------------------------------

KANSER VE KIRMIZI BIBER

Acı kırmızı biberin insan sağlığı üzerindeki olumlu etkileri, özellikle kanser hücrelerini yok eden özelliği, İngiltere'de yapılan bir araştırmayla bir kez daha doğrulandı. 
Nottingham Üniversitesi tarafından yapılan araştırmada, jalapeno biberinin (acı kırmızı biber) içinde bulunan `kapsaisin` maddesinin, hücrelerin enerji üreten ısı odası mitokondriye saldırarak, kanser hücrelerinin ölümünü tetiklediği belirlendi. 

Araştırmaya göre, kapsaisindeki molekül ailesi vaniloidler, kanser hücrelerindeki protein gelişimine engel olarak `apostosis`i veya hücre ölümünü tetikliyorlar. Vaniloidler, bunu yaparken, etraftaki sağlıklı hücrelere zarar vermiyorlar. 

Kapsaisin etken maddesini akciğer ve pankreas kanser hücrelerinde deneyen bilim adamları, bu etken maddenin tümörlü hücrenin tam kalbine saldırdığını belirterek, `Tüm kanserlerin (Aşil topuğunu) keşfettiğimizi düşünüyoruz` diye konuştular. 

Araştırmaya başkanlık eden Timothy Bates, kanserli hücredeki mitokondrinin biyokimyasal yapısının normal hücrelerdekinden çok farklı olduğunu kaydetti. 

Bates, bir doz kapsaisinin bir kanser hücresinin apostosise girmesine yol açtığını, ancak normal hücrede bu sonuca yol açmadığını belirterek, `Bu, kanserli hücreleri doğuştan diğerlerinden ayıran ve savunmasız olduğunu gösteren bir durum` dedi. 

Türkiye'de sıklıkla tüketilen acı kırmızı biberde de yoğun olarak bulunan alkaloid madde kapsaisinin başta kanser olmak üzere birçok sağlık sorununda olumlu etkiye sahip olduğu hekimlerce daha önce dile getirilmişti. 

TÜRKİYE VE ABD'DEKİ ÇALIŞMALAR 

Gaziantep Üniversitesi (GAZÜ) Tıp Fakültesi'nde geçen yıl yapılan bir araştırmada da acı kırmızı biberde yoğun olarak bulunan alkaloid madde kapsaisinin, kanser başta olmak üzere birçok sağlık sorununda olumlu etkiye sahip olduğu belirlenmişti. 

Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Necat Yılmaz, çalışmalarının sonuçlarına göre, kırmızı biberin içerisinde bol miktarda bulunan kapsaisin maddesinin insan sağlığı üzerine birçok olumlu etkiye sahip olduğunu belirlediklerini ifade etmiş, `Ağrı kesici ve iltihap çözücü etkisini P- maddesi yok ediyor, kanser önleyici etkisini ise içindeki kırmızı karotenoid maddesi sağlıyor. Ayrıca kırmızı biber kolesterol düşürücü, mide asidini düzenleyici ve mikrop öldürücü etkilere sahip. Sanıldığının aksine kırmızı biber zayıflatıcı etki de gösteriyor` diye konuşmuştu. 

Yılmaz, bu faydaların sağlıklı kurutulmuş ya da taze yenilen kırmızı biberde görüldüğünü bildirmişti. 

ABD'nin Los Angeles kentindeki Cedars-Sinai hastanesi Kanser Enstitüsü ve Kaliforniya Üniversitesi' nde yapılan bir başka araştırmada da kırmızı biberin içinde yoğun olarak bulunan ve acılığını veren kapsaisinin, prostat kanseri hücrelerini yok eden etkisi ortaya çıkarılmıştı. 

Los Angeles'taki Cedars-Sinai Hastanesi Kanser Enstitüsü ve California Üniversitesi' nde yapılan araştırmaya göre, acı kırmızı biberde yoğun olarak bulunan alkaloid madde kapsaisin, kanserli prostat hücrelerine enjekte edildiğinde, bunların parçalanarak yok olmalarını sağlıyor. 

İSOT-CAPSİCUM- ANİTUM 

Türkiye'de isot (ısı otu), bilim çevrelerinde ise `capsicum anitum` adıyla bilinen kırmızı acı biber, sevilerek tüketilen ve kültürü yapılan bir bitki. 

Anavatanının Meksika olduğu sanılan ve Azteklerin yazılı belgelerinde söz ettikleri kırmızı acı biber, Avrupa'ya 15. yüzyılın sonlarında geldi, 16. yüzyılda kıta ülkelerine ve Osmanlı topraklarına yayıldı. 

Kırmızı biberi en çok tüketen ülkelerden olan Hindistan'a ise bu bitki 17. yüzyılda Portekizliler tarafından ulaştırıldı. Hint ve Meksika mutfağında çok sık kullanılan kırmızı acı biber, Türkiye'de en fazla Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yetiştirilmekte ve tüketilmekte. L.T. Tresh adlı bilim adamı, 1846 yılında bibere acılığı veren maddenin kristal yapısında olduğunu tespit ederek, adını `capsaicin-kapsaisi n` koymuştu.

"…Zeytinyağı doğallıktır, sağlıktır, lezzettir... Binlerce yıllık bir kültürdür... Hayattır... Sıkılan ilk danedir, süzülen ilk damladır, bandırılan ilk ekmektir... Alınteridir... Sevinçtir... Mutluluktur...Zeytinyaği yaşama biçimidir... Sadakattır... Tutkudur... Berekettir... Ciddiyettir... Zeytinyaği bizim için bir gelenektir..."

 

HALDUN KESKIN BUTIK URETIM DOGAL GIDALAR

SOGUK SIKIM  TAS SISTEM  SIZMA ZEYTINYAGI & ZEYTIN & SABUN

 KATKISIZ EV SALCASI & CICEK BALI & EV ERISTESI & TARHANA & EV PEKMEZI (KECI BOYNUZU VE KARA UZUM)

Türkiye'nin eve Teslim Perakende Butik Zeytinyağcısı " İsterseniz 1/2 Kilo, İsterseniz 18 Kilo "

www.zeytin.cjb.net. 0236 414 44 36 & 0532 265 89 00

Merkez Çarsi. 50. Sokak. No : 6 AKHISAR

                                                                          AKHISAR VD. 548 000 4227

Zeytinyağı dostuysanız, ürünlerimizin özellikleri, fiyatları ve teslimat bilgileri konusunda bilgi sahibi olmak istiyorsanız,

Lütfen keskinlergenpa@gmail.com adresine "KAYIT" konulu ileti atın.


Blogged with the Flock Browser

DOSTUMUZ KEKİK

KEKİK VE FAYDALARI....

 

Kekik dostumuzla yakından tanışıyorsunuzdur. Yüzyıllardır süre gelen bir gelenek gibidir kekik kullanmak. Aromatik yapıları biz insanları hep çekmiştir. Kekik uçucu yağının halk arasında kullanımı baya yagındır. Kekik suyu kullanımı (aslen bu su kekiğin yağ altı suyudur.) bu senelerde daha da artmıştır. Özellikle bayanlar kilolarını muhafaza etmek biraz daha zayıflamak amaçlı kullanmaktadırlar.

Doğanın şifalı elinin her zaman üstümüzde olduğunun küçük bir göstergesi kekik. Hangimizin mutfağına girmemiştir, salatalarımıza yemeklerimize aramasıyla hoşluk katmamıştır. Eminim herkesin mutfağında ufakta olsa bir yeri vardır. Özellikle et yemeklerinde, sebzelerden de kabak yemeğine ne de güzel yakışır. Salata sosuna karıştırılan bir tutam kekik damağımızda ne de hoş bir tat bırakır. (Laf aramızda ben bayılırım kekikli salataya.)

kekik sıcak bir bitkidir doğasıyla. Hepimizin içine aramosını yayar.Yapısı gereği de güneşi ve sıcağı seven bir bitkidir. Sıcak topraklarda yetişir. Bodur bir bitkidir. Türkiye'nin her yerinde yetişebilen bir bitkidir. Her yörenin kekiği farklı yapıdadır. İçeriğindeki kimyasal maddelerin oranı yetişme yerine göre değişmektedir ama genel özellikler aynıdır.

Kekik çok rahat bulunabilen bir bitkidir.Ormana çıktığınızda toplayabileceğiniz, pazardan yaş halde alıp kurutabilir ya da marketlerden kurutulmşunu alabilirsiniz.Evinizde saksınızda bile yetiştirebilirsiniz.:)

 

Elimizin altındaki dostumuzun faydaları nelermiş dediğinizi duyar gibi oldum;) hemen yazıyorum...

Yazacaklarımı bizzat uyguladım,iyi geliyor tavsiye edilir;)

Çayının yapımı çok kolay ve ferahlatıcı bir etkisi var, sinirleri yatıştırıcı, mideyi rahatlıcıdır. Boğaz tahrişi, öksürük, gribal enfeksiyonlarda kullanılmasını tavsiye ederim.

Sabahları bir bardak kekik çayını içtiğinizde vücudunuzda iyi ve güzel şeylerin harekete geçtiğini hissedeceksiniz. Özellikle soğuk havalarda şifa niyetine hasta olmasanızda için bence.

Gargara biçiminde de kullanabilirsiniz kekiği. Bronşit ve öksüreğe iyi gelir. Ağız yaralarını geçirmeye birebirdir. Mutlaka deneyin faydası olacaktır. İster çay gibi için, ister gargara yapın. Günde iki üç bardak içimi yarayı iyileştirir. Ders çalışanlara tavsiye, zekanızı açmak için kekik kullanabilirsiniz. Çayını normal demleme şeklinde yaparsanız daha güzel olur. 

Alkol bağımlılığına karşıda kullanımı vardır. sara hastalığında kullanılabilinir.

Kekik romatizmal ağrılara da iyi gelir. zayıf ve solgun Çocukara kekik banyosu yaptırılabilir, yetişkinlerde banyosunu yapabilirler.

 

UYARILAR : Kekik Çayı, içerisindeki en etkili madde olan eterli uçucu yağın (Thymol) yitirilmemesi için hiçbir zaman kaynatılmaz! Hamilelerin (Düşükleri kolaylaştırır ve bebeğin rahimden çıkmasını çabuklaştırır.) kullanmaması tavsiye edilir. Önerilen dozlar aşılmadığında, bilinen hiçbir yan etkisi yoktur. Fakat kekik yağının içten kullanımında aşırılığa kaçılması, tiroid bezinin işlevini arttırabilir. Bu nedenle  guatr hastalarının kekik yağını kullanmaması tavsiye edilmektedir. Kekik çayı içimi ise böyle bir duruma yol açmaz.

 

Kullanım biçimleri:

 

Çay hazırlamak: Yarım veya bir tatlı kaşığı kurutulup, ince kıyılmış kekik,orta boy bir su bardağı dolusu kaynar suyla haşlanır, üstü kapatılarak 8-10 dakika demlendirilir ve süzülür. Günde 2-3 bardak yeni demlenmiş olarak, aç karnına veya öğün aralarında, soğutulmadan ve yudumlanarak içilir.

 

Kekik Banyosu: 70-100 gr kurutulmuş kekik bir tülbentin içine gevşekçe bağlanarak 2-3 litre soğuk suya eklenir. Kaynama derecesine kadar ısıtıldıktan sonra (kaynatılmaz), üstü kapalı olarak 15 dakika demlendirilir. Tülbentteki posa iyice sıkıldıktan sonra sıcak banyo suyuna (Küvet) eklenir. Banyo suyu sıcaklığı 37-38 derece arasında olmalıdır ve banyo süresi 15-20 dakikayı aşmamalıdır. Bu süre boyunca küvet içerisinde oturularak yapılan banyodan sonra üşütülmemeli ve bir bornoza sarılınarak yatakta bir süre dinlenilmelidir.

 

Kekik  Tentürü : Öğlen güneşinde toplanmış ve ince kıyılmış çiçekli dallar, gevşekçe, bir şişenin boğazına kadar doldurulur, üstüne konyak veya 35-40 derecelik etil alkol, bitkilerin üstüne çıkana kadar eklenir.14 gün boyunca, arada bir çalkalanarak, güneşli ve sıcak bir ortamda bekletilir, sonra tülbentten geçirilerek süzülür. Koyu renkli şişelerde, serin bir ortamda saklanmalıdır.

 

Bitki yastığı:  Öğlen güneşinde toplanıp kurutulmuş çiçekli dallar, ince kıyılarak keten bezinden yapılmış bir yastığa doldurulur ve ağzı dikilir.yatmadan önce sıcak, kuru hava ile (Örnek : Kaloriferin üzerinde veya saç kurutma makinası kullanılabilir) ısıtılır ve hasta organın üstüne koyulur.

 

Kekik Yağı: Aynı tentür işlemi gibidir, konyak yerine, sızma zeytinyağı kullanılır.  Bir şişenin içine doldurulan çiçeklerin üstüne sızma zeytin yağı eklenerek, 10 gün güneşte bekletilir ve kullanılacak kadarı süzülür.

 

Karışım: Öksürüğe karşı, 2 ölçü kekik, 1 ölçü sinirliot, 1 ölçü ezilmiş anason iyice karıştırılır. Bir tatlı kaşığı bitki "Çay Hazırlamak" başlığı altında belirtildiği şekilde demlenir ve balla tatlandırılarak, küçük yudumlarla içilir.

 

Hepinize faydalı olması ve kullanmanız dileğiyle. sevgilerimle.....

"…Zeytinyağı doğallıktır, sağlıktır, lezzettir... Binlerce yıllık bir kültürdür... Hayattır... Sıkılan ilk danedir, süzülen ilk damladır, bandırılan ilk ekmektir... Alınteridir... Sevinçtir... Mutluluktur...Zeytinyaği yaşama biçimidir... Sadakattır... Tutkudur... Berekettir... Ciddiyettir... Zeytinyaği bizim için bir gelenektir..."

 

HALDUN KESKIN BUTIK URETIM DOGAL GIDALAR

SOGUK SIKIM  TAS SISTEM  SIZMA ZEYTINYAGI & ZEYTIN & SABUN

 KATKISIZ EV SALCASI & CICEK BALI & EV ERISTESI & TARHANA & EV PEKMEZI (KECI BOYNUZU VE KARA UZUM)

Türkiye'nin eve Teslim Perakende Butik Zeytinyağcısı " İsterseniz 1/2 Kilo, İsterseniz 18 Kilo "

www.zeytin.cjb.net. 0236 414 44 36 & 0532 265 89 00

Merkez Çarsi. 50. Sokak. No : 6 AKHISAR

                                                                          AKHISAR VD. 548 000 4227

Zeytinyağı dostuysanız, ürünlerimizin özellikleri, fiyatları ve teslimat bilgileri konusunda bilgi sahibi olmak istiyorsanız,

Lütfen keskinlergenpa@gmail.com adresine "KAYIT" konulu ileti atın.

Blogged with the Flock Browser

KORUYUCU MADDELER SAĞLIK DÜŞMANI

Koruyucu Maddeler Sağlık Düşmanı   


Dr. Cem Kınacı

Uluslararası Otizm Enstitüsü'nün Türkiye'deki tek üyesi olan nükleer tıp uzmanı Dr. Cem Kınacı'nın otizmle ilgili çalışmaları yurtdışında da ses getiriyor. Alman Hastanesi'nde görev yapan Kınacı'nın sistemi, otizmin bilimsel ve etkili tedavi yöntemlerini içeren DAN Protokolü (Otizmi Şimdi Yen!) ile birlikte 'Ata Kınacı Protokolü' adı altında kendi oğluna uyguladığı yöntemleri de içeriyor.

Market raflarından rahatlıkla alıp tükettiğimiz birçok hazır yiyeceğin içeriğinde, raf ömrünü uzatmak için konulmuş koruyucu katkı maddeleri bulunuyor. Gıda ürününün içinde bozulmaya sebep olacak mantar ve küfleri öldüren bu maddeler, vücuda girince aynı tahribata devam ediyor.

Gıdaların parçalanıp kan yoluyla organlara dağıtıldığı bağırsaklarda bulunan iyi mantar ve bakterileri de yok eden katkı maddeleri, bağırsağın süzme kabiliyetini azaltıyor. Bu yüzden dışarı atılması gerekirken kana karışan toksik (zehirli) maddeler ve kurşun, civa, alüminyum, uranyum, arsenik gibi ağır metaller vücuda yayılıyor.

Nükleer tıp uzmanı Dr. Cem Kınacı, birçok hastalığa bu ağır metallerin sebep olduğunu söylüyor. Çünkü metaller başta beyin, karaciğer, böbrek, kemik iliği olmak üzere yağ oranı yüksek dokulara yerleşiyor. Yerleştiği dokuyu hasara uğratan ağır metallerin vücuttan atılması, uzun bir tedavi sürecini gerektiriyor. Ayrıca, tahribat sonucu bağırsakta iyi mantar ve bakteriler azaldığı için gıdalardan vücuda girmesi gereken, zehirli maddelerden temizleyici vitamin ve mineraller yeterince geçemiyor.

Vücuttan atılamayan zehirli maddeler karaciğerde hasar oluşturursa siroz, kemik iliğinde birikirse lösemi, beyinde yerleşince bulunduğu bölgeye göre otizm, epilepsi, alzheimer, demans, migren adı verilen hastalıklara sebep oluyor. Bunların hastalık değil sonuç olduğunu belirten Dr. Kınacı, asıl sorunun bağırsak geçirgenliğinin bozulması olduğunu söylüyor. Bu durumun tedavisi için öncelikle doğru beslenmeye başlamak gerektiğini vurgulayan Dr. Kınacı şöyle konuşuyor:

"Türklerin yüzde 45'inde GSH1 geni hiç bulunmaz. Bu gen glutatyon denilen vücudun en güçlü antioksidanının kontrolünü sağlar. Tek başına bu gen kontrol etmiyor; ama bunun eksik olması vücudu temizleyen antioksidanların yeterince üretilememesine sebep oluyor. O yüzden Türkler kefir, yoğurt, turşu, boza, şalgam gibi antioksidanları dışarıdan sürekli almaya çalışmış. Son zamanlarda hastalıkların artmasının sebebi, zaten böyle bir genetik altyapısı olan bir milletin çok fazla toksik madde ile bir araya getirilmesi neticesinde bir patlama yaşanmasıdır. Bir an önce doğal ürünlere geri dönmemiz, raf ömrü uzatılmış her türlü üründen uzak durmamız lazım. Burada hanımlara çok iş düşüyor. Hazır almak yerine yiyeceklerini kendileri yapmalı, koruyucu katkı maddesi içeren ürünlerden ailelerini uzak tutmalılar."

Hastalıkların tek bir sebebe bağlı olmadığını, genetik yatkınlık ile birlikte çevreden damla damla gelen olumsuz etkilerin vücut dengesini bozduğunu ifade eden Dr. Cem Kınacı, son yıllarda damlaların çoğaldığına dikkat çekiyor.

Ağır metal tedavisi yapacak uzman yok

Vücudu ağır metallerden temizlemek için bazı ilaçlar kullanılıyor; ancak Dr. Cem Kınacı, yeni nesil doktorların 'chelation' denilen bu tedavi şeklini bilmediklerini, bu alanda yetişmiş insan olmadığını iddia ediyor. Dr. Kınacı, "Ani zehirlenmelere müdahale ediliyor; ama yavaş yavaş madde birikerek oluşan zehirlenmelerde tedavi değil, tanı bile konamıyor. Çünkü böyle bir eğitim yok. Fizyopatoloji diye bir ders vardı, eğitimden kaldırıldı. Bu tıp eğitiminin dibine konulmuş bir dinamittir." diyor.

Ağır metaller vücuda nasıl giriyor?

Ağır metaller pek çok kaynaktan alınıyor ve sanayileştikçe bu kaynakların sayısı hızla artıyor. Motorlu araçların yaydığı egzoz gazları ve kurşun borularla evimize ulaştırılan sular, en başta sayabileceğimiz ve en sık karşılaştığımız örnekler.

Talyum: Kalp kaslarını tahrip ediyor. Cips ürünlerinde çok fazla bulunuyor.

Uranyum: Sarı rengin hâkim olduğu, sarı boya içeren maddelerin eşyaların fazla olduğu evlerde ve bazı balıklarda var.

Alimünyum, antimon: Çocukların pek çoğunun ağzına aldığı silgide vardır.

Arsenik, kurşun: Tahta boyalı oyuncaklarda var. Laminant parkeler preslenirken içine arsenik içeren yapıştırıcı koyuluyor. Gün boyu arsenik buharlaşıyor ve ortamda solunarak vücuda giriyor.

Cıva kaynakları: Egzoz gazları, böcek ilaçları, amalgam (siyah renkli) diş dolguları, içme suları, keçe, kulak ve burun damlaları, bazı aşılar, kontakt lens solüsyonları, çamaşır yumuşatıcıları, deniz ürünleri, talk pudra, bazı kozmetikler, ahşap koruyucuları, yer cilaları ve parlatıcıları, bazı sıkılaştırıcı kremler.

 http://www.kritik-analitik.com/Default.aspx

 

"…Zeytinyağı doğallıktır, sağlıktır, lezzettir... Binlerce yıllık bir kültürdür... Hayattır... Sıkılan ilk danedir, süzülen ilk damladır, bandırılan ilk ekmektir... Alınteridir... Sevinçtir... Mutluluktur...Zeytinyaği yaşama biçimidir... Sadakattır... Tutkudur... Berekettir... Ciddiyettir... Zeytinyaği bizim için bir gelenektir..."

Blogged with the Flock Browser

3 önemli ders

'Her sabah Afrika'da bir ceylan uyanır. En hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa öldürülecektir.

Her sabah Afrika'da bir aslan uyanır. En hızlı ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa aç kalacaktır.

Aslan veya ceylan olmanız fark etmez. Güneş doğduğunda koşmaya başlasanız iyi olur.'

(Afrika Atasözü )

Çok çalışmak, emek harcamak, güven vermek, sevmek ve paylaşmak hayatın anlamlı olmasını sağlar. Her sabah uyandığımızda bir de böyle bakalım dünyaya. Unutmayın hayat uzun bir öyküye benzer.

DERS ALMAK

ÜÇ HİKÂYE - ÜÇ DERS - BİR SÖZ

1.Hikâye

Kavak Ağacı ile Kabak

Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:

-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?

-On yılda, demiş kavak.

-On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.

-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!

-Doğru, demiş kavak.

Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:

-Neler oluyor bana ağaç?

-Ölüyorsun, demiş kavak.

-Niçin?

-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.

1.Ders: Çalışmadan emek harcamadan gelinen nokta başarı sayılmaz. Kolay kazanılan, kolay kaybedilir. Her işte alın teri ve emek şarttır.

2. Hikâye

En iyi Buğday

Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi:

-Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.

-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,

-Neden olmasın, dedi çiftçi.

-Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.

2. Ders: Sevgi ve paylaşmak en yakınınızdan başlar. Sonra yayılarak devam eder. Kin, cimrilik, nefret kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir.

3. Hikâye

Geleceğini biliyordum…

Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti,

-Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma.

Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı;

-Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.

-Değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi…

-Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun?

-Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim.

Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:

-Geleceğini biliyordum… Geleceğini biliyordum…

3. Ders: Güven vermek önemlidir. Güven duymak önemlidir. Duyulan güveni boşa çıkarmamak daha da önemlidir. Sözleriniz de durmak da önemlidir.

www.hikmet.freevar.com


Blogged with the Flock Browser