18 Haziran 2008 Çarşamba

Yemekten sonra sıcak su için


Bu çok güzel bir yazıdır. Sadece öğünlerden sonra sıcak su içme
konusuna değil kalp krizi risklerine de değinmektedir.

Çinliler ve Japonlar yemeklerinden sonra soğuk su değil sıcak çay içerler. Belki biz de yemekten
sonra sıcak bir şeyler içme alışkanlığımızı onlardan edindik ya da onlar bizden.

Eğer yemeklerden sonra soğuk şeyler içiyorsanız bu yazı size hitap ediyor. Yemekten sonra soğuk bir şeyler içmek sizi rahatlatabilir. Ancak tükettiğiniz soğuk su katılaşarak yağlı bir madde haline döner ve yavaş bir şekilde sindirilir.

Bu asitli tepkime bozularak bağırsakta katı maddelerden daha hızlı bir şekilde emilir. Bir kısmı bağırsağa yapışır. Kısa bir süre sonra tamamen yağ haline döner ve kansere yol açar.

Yemekten sonra sıcak su veya çorba içmek en iyisidir.

Kalp krizi hakkında önemli birkaç bilgi:

Kalp krizi belirtisi her zaman sol kolun uyuşması değildir.
Çenedeki şiddetli ağrıların da farkında olun.
İlk göğüs ağrınız kalp krizi sırasında gerçekleşmez (Daha önce mutlaka göğüs ağrınız olmuştur)
Mide bulantısı ve şiddetli terleme de önemli kalp krizi belirtilerindendir.
Kalp krizi geçiren insanların %60 ı uyurken ölür.
Göğüsteki ağrılar sizi uykudan uyandırabilir.
Lütfen dikkatli olun ve olanların farkına varın.
Bir kardiyoloji uzmanı diyor ki; Eğer bu mesajı okuyan herkes arkadaşlarına gönderirse bir hayat kurtarır.

Hakaret bu kadar kibar olur :))

Murat 124 Ferrari ve Lamborghini'den yol ister...

Temel, yıllar sonra kavuştuğu elden düşme
Murat 124 arabasıyla yolculuk yaparken bir anda araba ârıza
yapar.

Yolun kenarına çeker. Motor kapağını açar, ne
olduğunu anlamaya çalışırken bir Ferrari yanına
yanaşır.

'Hemşerim, arabanın nesi var? İstersen senin
arabayı benimkine bağlayalım, çekeyim seni ilk tamirciye kadar.'
der.

Çok sevinir Temel bu teklife. Hemen Murat'ı
kalınca bir halatla Ferrari' nin arkasına bağlarlar. Ferrari' nin
sahibi genç uyarır, 'Ben hız yapmayı çok severim. Eğer farkında olmadan
aşırı hız yaparsam, sen selektör yapar beni uyarırsın!'

Temel 'Tamam!' der ve yola
koyulurlar.

Bir süre sonra Ferrari gaza basmaya başlar,
60,80,100... derken Murat124 arkadan selektör yapar.

Ferrari durumu hatırlar ve yavaşlar, bir sure
sonra Ferrari tekrar gaza basar,

70, 80,100... Murat tekrar
hatırlatır.

Ferrari yavaşlar. Yollarına böyle devam
ederlerken bir Lamborghini Ferrari' ye yaklaşır ve ''Kapışalım
mı?' der.

Ferrari yanıtlar,

-'Nesine?'

-Lamborghini '340 km. ötedeki benzinliğe
ikinci varan, ilk varanın deposunu doldurur.'

Ferrari kabul eder ve yarışa
başlarlar.

120, 140, 180, 220... Gaza
basmaktadırlar.

O arada trafiği kontrol eden polis
helikopterinde görevli polis Genel merkeze bilgi
vermektedir:

'Komiserim, şehrin kuzeyindeki yolda trafik
güvenliği tehdit altında!!! 3 araç yarış yapıyor.
Bir Ferrari ile bir Lamborghini saatte 300 km hızla yan yana gidiyorlar,
arkadan da
bir Murat 124 onları geçmek için 10 dakikadır selektör yapıyor

Türkçe yazım kuralları

Yazım KurallarıSevgili arkadaşlar. Çoğunuz eğitimli, kültürlü ve değerli insanlarsınız. Ama çoğunuz da yazılarınızda Türkçe'yi yazım kurallarına uygun şekilde kullanmıyorsunuz. Bu beni çok üzdüğü için, ara sıra sizleri eleştiriyorum ve kendimi sevimsiz hale getiriyorum. Bu, daha fazla üzülmeme neden oluyor tabii.


Çok beğendiğim ve yıllardır faydalandığım
http://www.edebiyatturk.com sitesinden alıntı yaparak, siz değerli arkadaşlarımın faydalanması için buraya aktarıyorum. Lütfen üşenmeyiniz, dikkatlice okuyunuz, mutlaka faydalanacaksınız.

Kendisini bildi bileli yazanlar da, doktor, avukat, gazeteci, dilbilimci olanlar da okusunlar.
Saygılarımla.

TÜRKÇEMİZİ GÜZEL KONUŞUP YAZMAMIZ İÇİN BAZI KURALLAR:
(http://www.edebiyatturk.com sitesinden alıntıdır. Hiçbir değişiklik yapılmamıştır. Bu faydalı siteyi tüm Blog yazarı arkadaşlara tavsiye ederim.)

*********************

[b]Nasıl yazacağım?[/b]
Yazmaya başlarken bunu sorarız kendi kendimize. Çok basit kurallar, iyi yazmanızı sağlar. En azından yazdıklarınızın iyi görünmesini, iyi okunmasını sağlar. Bu iyi okunma ve görünme, kuşkusuz içerikle ilgili değil. Burada kastedilen biçimsellik. Yazarken biçimle ilgili uymamız gereken belli başlı bazı kurallar var. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

BUNLARI YAPIN

* Mutlaka sık sık paragraf yapın!
Paragrafsız bir yazı upuzun ve ürkütücü bir duvara benzer. Böyle bir duvarı kimse görmek istemez. Yazınızı da kimse okumak istemez.

* Her noktalama işaretinden sonra, (yani virgül, nokta, üst üste iki nokta, soru ve ünlem işaretleri gibi) bir boşluk (yani espas) bırakın.
Bunu yapmazsanız cümleleriniz ve sözcükleriniz karmakarışık bir koyun sürüsüne benzer. Hiç birini diğerinden ayıramazsınız.

* Ne kadar sade yazarsanız o kadar güzel görüneceğinden emin olun!
Yani mümkün olduğu kadar az noktalama işareti kullanın. Gereksiz tırnaklardan, parantezlerden, çizgilerden, şapkalardan kaçının. Noktalama işaretlerini sadece gerektiğinde ve zorunlu olduğunuzda kullanın ki onların da kıymeti bilinsin.

* İmla kurallarına mutlaka uyun. O kurallar dilin birliğini ve düzenini sağlar.
Yazdıklarınızın okuyan herkes tarafından anlaşılmasını sağlar. Bilmediğiniz bir imla kuralı olursa diye, yanınızda bir "imla kılavuzu" bulundurmanız sizi küçük düşürmez.

* Kısa cümleler okunma açısından büyük avantaj sağlar.
Tamam, uzun cümleler kurup ne kadar usta yazar olduğunuzu göstermek isteyebilirsiniz. Ama art arda sıralanmış onlarca sözcüğün insan beynine anlamlı bir mesaj göndermesi, birkaç sözcüğün göndermesinden daha zordur.

* Artık çoğumuz bilgisayarlarda, klavyeleri kullanarak yazıyoruz. Yazı büyüklüğünüzün (yani punto) ve yazı karakterinizin (yani font), kullandığınız dile uygun olmasına özen gösterin.
Çok küçük de olmasınlar, çok büyük de. Unutmayın yazınız binlerce bilgisayarda açılacak. Her yerde aynı düzenlilikte görünmesi, sık kullanılan yazı tipleri (font) ve normal ölçülerde bir punto seçmenizle mümkün olabilir.

* Boşluklar çok önemlidir.

Yukarıda her noktalama işaretinden sonra boşluk bırakmanız önerildi. Yazınızın bütününün biçimsel olarak sıcak görünmesi için, yanlardan, alt ve üstten de uygun boşluklar bırakmalısınız. Derli toplu bir görüntü, karmaşa karşısından her zaman avantajlıdır.

Yazıda bazı durumlarda başlık (yani belirleyici, vurgulayıcı sözcük ya da sözcükler) kullanırız. Bunların dikkat çekmesi için yazının bütününden farklı bir font ve punto ile yazılmaları gerekir.

[/size]

DOĞRU SÖZCÜKLER


İmla kurallarına mutlaka uymalısınız.
Türkçe'de bazı sözcükler söylenişlerindeki kolaylık ve alışkanlığın yazı diline de yansıması sonucu yanlış yazılıyor. Bunları yaparsanız, yazınızı okuyan sizin için "acemi" diye düşünür.

"Acemi" bir yazar olarak adlandırılmamak için şu sözcüklerin yazılışına mutlaka dikkat edin:

Yanlız değil yalnız yazmalısınız

Yalnış değil yanlış yazmalısınız

Çünki değil çünkü yazmalısınız

Herkez değil herkes yazmalısınız

Kurdela değil kurdele yazmalısınız

Meyva değil meyve yazmalısınız

Makina değil makine yazmalısınız

Sarımsak değil sarmısak yazmalısınız (Kaynak TDK Türkçe Sözlük)

Fasulya değil fasulye yazmalısınız

Ambülans değil ambulans yazmalısınız

Akedemi değil akademi yazmalısınız

Deklerasyon değil deklarasyon

Papuç değil pabuç yazmalısınız

Otobos değil otobüs yazmalısınız

Orjinal değil orijinal yazmalısınız

Konservatuar değil konservatuvar yazmalısınız

Alimünyum ya da aliminyum değil alüminyum yazmalısınız

Sovan değil soğan yazmalısınız

Kapora değil kaparo yazmalısınız

Prosedir değil prosedür yazmalısınız

Traş ve heykeltraş değil tıraş ve heykeltıraş yazmalısınız

Dokuman değil doküman yazmalısınız

Labaratuvar veya labaratuar değil laboratuvar yazmalısınız

Acenta değil acente yazmalısınız.





ESPAS

İmla kurallarımızın en çok ihlal edilenlerinden ya da yanlış kullanılanlarından biri ayrı yazılması gereken eklerin bir türlü yazılmamasıdır. Dahi (üsteleme) anlamına gelen de'ler, da'lar ve ki'ler kullanıldıkları sözcükten bir boşlukla (espas) ayrılır. Yani "Ben de geleceğim" yazmalısınız. "Bende geleceğim" yazarsanız yanlış olur. "Ben de" deki bu de eki dahi anlamındadır. "Öyle sevdim ki, kimse inanamadı" yazmalısınız. "Öyle sevdimki kimse inanamadı" yazarsanız yanlış olur.

Soru ekleri de bağlı oldukları sözcükten bir boşlukla ayrılır. Bu ekler mi, mı, mu şeklinde olabilir. Yani şöyle: "Ben de geleyim mi?" Burada "mi" bir soru ekidir. Yapayım mı, seveyim mi... Gibi...


ÜNLÜ VE ÜNSÜZLER

Türkçe'de bazı harflere ünlü, bazılarına ünsüz denir. Sesli ve sessiz harfler tanımı da kullanılır.

Sesli harfler a, e, i, ı, o, ö, u, ü'dür. Sessiz harfler ise kalan 21 harf. Sessiz harfler kendi aralarında "sert" ve "yumuşak sessiz" olarak ayrılırlar. f, ç, h, p, k, s, ş, t sert sessiz harflerdir. Kalan sessizler ise "yumuşak sessiz". Sert sessizlerle biten sözcüklere bir ek yapılacaksa, bu ek de mutlaka sert sesiz bir harfle başlamak zorundadır. Örneğin "otobüsdeki" sözcüğü yanlıştır. Çünkü otobüs'ün son harfi s sert sessizdir. Bu nedenle de ekinin "te" şeklinde kullanılması gerekir. Yani doğrusu "otobüsteki".

Peki, sert ve yumuşak sessizleri nasıl ayıracağız? Kullanabileceğiniz en basit yöntem "FISTIKÇI ŞAHAP" yöntemidir. Bu iki sözcükteki sesli harfleri çıkarın. Yani I'ları ve A'ları. Kalan harflerin tümü sert sessizlerdir. Eğer ekleyeceğiniz sözcüğün son harfi fıstıkçışahap'ı oluşturan sessizler arasında varsa, ek de sert sessizlerden, yani fıstıkçışahap içindeki harflerden (f. s, t, k, ç, ş, h , p) biri ile başlamalıdır.


ŞAPKA VE ÜNLEM

Şapka inceltme ya da uzatma işaretidir. Bazı sesli harflerin üzerine konur. A, u, i gibi. Amacı, bu harfin uzatılarak ya da iki taneymiş gibi okunması gerektiğini göstermektir. Yani şapkalı bir a harfi gördüğünüzde bunu aa gibi okursunuz. Türkçe'ye özellikle Arapça ve Farsça dillerinden giren sözcüklerdeki anlam karışıklığını önlemek amacıyla uzatma işareti kullanmak gerekiyor. Hala yazdığınızda bu sözcüğün babanın kız kardeşini kastettiği anlaşılır. Ama hâlâ yazarsanız bu devam eden, süregelen, devam etmekte olan anlamındadır. Aynı şekilde kar yazarsanız, meteorolojik bir olay anlaşılır. Kazanmak, çoğaltmak, artırmak anlamına gelen kâr'ı kastediyorsanız kâr yazmalısınız. Uçurum anlamındaki yar ile sevgili anlamındaki yâr'i de bir şapka ayırır. Genel kural olarak şapka bu üç sözcükte kullanılır. Çünkü hala ile hâlâ'yı, kar ile kâr'ı, yar ile yâr'i birbirinden ayırmak gerekir. Ama örneğin reklam yazarken şapkalı da yazsanız, şapkasız da o sözcüğün reklam olduğu anlaşılır. Yazının sade olması bakımından gereksiz ve sık şapka kullanılmaması yerindedir. Yazıyı illa "süslemek" istiyorsanız kullanın.

Yine yazının sadeliği, kolay okunması bakımından sık sık ünlem işareti (!) ve soru işareti (?) kullanmak da gereksizdir. Kurduğunuz cümle zaten bir vurgu içermiyorsa siz sonuna istediğiniz kadar ünlem işareti koyun istediğiniz etkiyi sağlayamazsınız. Ama yeterli vurgu varsa, ünlem işareti koymaya bile gerek kalmaz.


ŞU HAİN EKLER [/size]
Özellikle yabancı sözcükler ve kısaltmalara yapılan eklerde hatalı kullanım çok yaygın. Örneğin IMF kısaltmasına den, ye, nin benzeri ekler yapıldığında bu kısaltmanın orijinal okunuşuna göre mi, yoksa Türkçe okunuşuna göre mi ek yapılacağı kestirilemiyor. Doğrusu eki Türkçe okunuşuna göre yapmak. Yani IMF kısaltmasının son harfi "f" olduğuna göre yapılacak ekin de bu yumuşak sessiz harfe uygun olması gerekir. IMF'e (okunuş şekli orijinal ef'ten) yazılışı ya da söylenişi yanlıştır. Doğrusu IMF'ye (okunuş şekli Türkçe fe) olmalı.


NE ZAMAN AYRI NE ZAMAN BİRLEŞİK?

Türkçe'de 1980 döneminde başlayan ayrı mı yazmalı, birleşik mi yazmalı konusundaki kaos hâlâ sürüyor. Örneğin "karabahtım" mı yazılmalı, "kara bahtım" mı yazılmalı gibi. Bu tartışmanın temelinde sözünü ettiğimiz dönemde ülkemizdeki dilbilimciler arasında ortaya çıkan "öztürkçe", "canlı ya da yaşayan Türkçe" bölünmesi yatıyor. Öztürkçe'yi savunanlar genellikle birleşik, "yaşayan Türkçe"yi savunanlar ise ayrı yazımdan yanadır. Genel kural olarak, eğer iki ayrı sözcük birleşip yeni ve bambaşka anlamlı bir sözcük oluşturuyorsa birleşik yazılmalıdır. Örneğin, sivrisinek, anamuhalefet, karabasan, kardelen, tümdengelim, ortaokul, altyapı, üstgeçit, karadelik gibi
...


GELİYİM Mİ, GELEYİM Mİ?

Sık yapılan yanlışlardan biri de bu. Yani soru eklerindeki ilgeçlerin (edatların) yanlış kullanımı. Geliyim mi, söyliyeyim mi, ağlıyayım mı, başlıyayım mı, yatırıyım mı demek ya da yazmak yanlıştır. Doğrusu geleyim mi, söyleyeyim mi, ağlayayım mı, başlayayım mı, yatırayım mı olmalı...


ŞİİR VE NOKTALAMA İŞARETLERİ

Sık yapılan bir başka hata şiirlerde dize sonlarında virgül kullanılması. Yapısı gereği şiirde bir dize ya bir cümledir ya da alt dizelerde tamamlanacak olan bir cümlenin parçasıdır. Bir cümle olması halinde dize sonuna virgül değil nokta konulur. Ki bu da şiirin görselliği, estetiği ve anlatım kaygısı bakımından illa gerekmez. Ustaların noktalama işareti kullanmadan yazdığı pek çok güzel şiir olduğunu hatırlayın. Bir cümlenin parçası olması halinde ise her dizenin sonuna virgül koymak, bir yandan anlamı karmaşıklaştırır, söylemi zayıflatır, bir yandan da görselliği içinden çıkılmaz hale getirir. Eğer şiirde bölünmüş bir cümleden oluşan birden çok dize varsa, anlamı zayıflatmamak, söylem kaybının önüne geçmek amacıyla virgül kullanılabilir. Ama "bu dize bitti, cümle bitmedi, alt dize ya da dizelerde sürüyor" mantığıyla her dize sonuna virgül koyarsanız estetikten, içerikten ve okuma kolaylığından ödün vermiş olursunuz.


BOL NOKTA BOL HATA

Türkçe imla kılavuzunda "yan yana iki nokta" şeklinde bir noktalama işareti yok.

Ama "yan yana üç nokta" Türkçe imlasında yer alan bir noktalama işaretidir. Bunu unutmayın!

Milli edebiyat akımının ilk dönemlerinde Latin alfabesine geçişin karmaşası içinde kimi yazarların kullandığı "yan yana iki nokta" yanlışı kısa sürede düzeltildi. Çoğu zaman düzyazıda, özellikle şiirde yapılan bir başka nokta hatası "yan yana üçten çok nokta" ya da "sıralı nokta" koymak. "Sıralı noktalar", kural olarak, bir metinde "bilerek ya da eksik bilgilenme nedeniyle" atlanan veya çıkarılan bölümleri belirtmekte kullanılır. Ya da bir yazının içine herhangi bir metinden bir bölüm alındığında, alınan bölüm metnin başından değil başka bir yerinden başlıyorsa, bunu belirtmek için "sıralı nokta" kullanılır. Siz, şiir ya da düzyazınızdaki cümlelerin sonuna "anlamı ve söylemi güçlendirme" kaygısıyla "üçten fazla" noktayı sıralarsanız, ortaya çıkan anlam budur: Yani kastınızdan çok uzak ve tümüyle yanlış bir anlam.


NİDÂ'YI NÂDİM ETMEYİN

Nidâ, bildiğiniz gibi, ünlem işareti. Bu tür düşünce, duygu ve fikirleri içeren cümlerin sonlarında korku, şaşkınlık, hayret, üzüntü benzeri güçlü duyguları belirtmek için konulur. Bağırma, haykırma, isyan etme, zafer düzeyindeki bir sevinci belirtme gibi güçlü duguysallık ve şiddet içeriği bulunan cümleler de ünlem işaretiyle bitirilir. Bilinmeyen, belirlenemeyen, anlam verilemeyen durumların ifade edildiği cümlelerin sonuna bunu vurgulamak amacıyla yine ünlem işareti konulur.

Sık yapılan bir hata, ya da yanlış anlama nedeniyle başvurulan bir yöntem, bu tür cümlelerde güya anlamı güçlendirmek, vurguyu artırmak amacıyla art arda ünlem işaretinin kullanılması. Oysa art arda iki ya da üç ya da dört ya da daha fazla ünlem işareti Türkçe'nin noktalama işaretleri arasında yer almaz. Ünlem işareti bir kez kullanılır ve istenilen vurguyu yapar. Eğer cümleniz zaten doğuştan vurgusuzsa sizin art arda ünlem işareti koymanız onu ne güçlendirir ne de kurtarır. Olsa olsa zayıflığını iyice ortaya çıkarır. Bir yandan da bu kadar kalabalık "nidâ" bir "nidâ"yı "nâdim" eder. Yani üzer.

Atık yağlar ( Hepimiz için çok önemli )

ATATÜRK'ÜN SOY KÜTÜĞÜ




ATATÜRK'ÜN SOY KÜTÜĞÜ

ATATÜRK'ÜN KENDİSİNİ TANIMLAMASI:

(1)"Benim hayatta yegane fahrim (onurum), servetim, Türklükten başka bir şey değildir."
"Bana, insanlar üstünde bir doğuş atfetmeye kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek fevkaladelik, Türk olarak dünyaya gelmemdir."

(Bozkurt, Mahmut Esat; Yakınlarından Hatıralar, Sel Yayınları, İst., 1955, s.95)

(2) Bir İngiliz'in "siz hangi asil ailedensiniz?" sorusuna verdiği yanıt:

"Anasının ve babasının asilliğiyle iftihar eden Teodoz, İtalya Yarımadasına inmek isteyen Türk Atilla'ya barış görüşmesinden önce sormuş: 'Siz hangi asil ailedensiniz?' Atilla'da ona cevap vermiş: 'Ben asil bir milletin evladıyım!' işte benim cevabımda size budur!"

(Egeli, Münir Hayri; Atatürk'ten Bilinmeyen Hatıralar, İst., 1959, s.15)

(3)" Türk, Türk olduğu için asildir… çoğumuz, büyük babamızın babasını hatırlamayız. Bütün soy gururumuzu, Türk olmanın içinde buluruz."

(Ünaydın, Ruşen Eşref; Atatürk Tarih ve Dil Kurumları (Hatıralar), TDK. Yayını. Ank., 1954, s.549)

(4)"… Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağım (dır)" (Egeli, Münir Hayri, s.699


(5)"Millî mevcudiyetimize düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı…'Türk'üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi!' diyelim"

( Faik Reşit Unat'ın "Ne Mutlu Türk'üm Diyene" Türk Dili Dergisi, Sayı 146, 1963 makalesinden aktaran Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Ank., 1984, s.171-173)

(6)" Mensup olduğum Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benim de bir ferdi olmak sıfatıyla şanım ve şerefim vardır…"

(Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C. II. derleyen Nimet Unan, Türk İnk. Tarihi Ens.yayını, Ank.,1959,s.143)

(7) Zübeyde Hanım'ın soyu Yörük'tür. Fatih döneminde Karamanoğlu Beyliği'nin yıkılmasından sonra (1466), Balkanlar'da fethedilen yerlerin Türkleştirilmesi için göç ettirilen ailelerdendir. Konya bölgesinden geldikleri için bunlar, "Konyarlar" ismi ile resmi kayıtlara geçmiş ve böyle anılmıştır.

Aile, Vodina sancağının Sarıgöl nahiyesine yerleştirilir. Zübeyde'nin babası Sofi-zade Seyfullah Ağa, Selanik yakınlarındaki Lankaza'ya göçer ve bir çiftlik sahibi olur. Ve Zübeyde Hanım 1857′de burada doğar. Annesi, babasının üçüncü eşi Ayşe Hanım'dır. (Güler, Ali; Atatürk Soyu, Ailesi ve Öğrenim Hayatı, Ank.1999, s.40-46 - Göksel, Burhan; Atatürk'ün Soykütüğü Üzerine Bir Çalışma, Kültür Bak. Yay., Ank.1994, s.7)

(8) M. Kemal'in kız kardeşi Makbule Hanım (1885-1956):

"Annemden sık sık şunları dinlemişimdir. Bizim esas soyumuz Yörük'tür. Buralara Konya-Karaman çevrelerinden gelmişiz" diyor ve atalarından bazılarının da sonradan tekrar Konya'ya geri döndüğünü de şöyle açıklıyor: "Dedem Feyzullah Efendi'nin büyük amcası Konya'ya gitmiş, Mevlevi dergahına girmiş, orada kalmış. Yörüklüğü tutmuş olacak."

(Güler, Ali; Atatürk Soyu, Ailesi ve Öğrenim Hayatı, Ank.1999, s.46)

(9) Makbule Hanım Yörüklük için şunları söylüyor:

"…Annem her zaman Yörük olmakla iftihar ederdi. Bir gün Atatürk'e "Yörük nedir?" diye sordum. Ağabeyim de bana 'Yürüyen Türkler' dedi."

(Şapolyo, Enver Behnan, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, İst.,1958, s.33,23- aktaran Güler, Ali s.45)


(10)Yörük ile Türkmen eş anlamlıdır. Atatürk, soyunu açıklarken bunu da vurgular:
"…. Benim atalarım Anadolu'dan Rumeli'ye gelmiş Yörük Türkmenler'dendir."

(E.B.Şapolyo, a.g.e.den aktaran Güler, Ali a.g.e. s.27, 28)




Mustafa Kemal Atatürk'ün Babası

Ali Rıza Efendi (1841–1888).

Ali Rıza Efendi 1841 yılında Selanik'te doğdu. Söke'den Selanik'e yerleşmiş Türkmenlerden "Kırmızı Hafız" lakaplı Ahmet Efendinin oğludur.

İlkokulu Abdi Hafız Mahalle Mektebinde okudu. Selanik'te Evkaf İdaresinde katiplik, sonrada Gümrük Muhafaza Teşkilatında memurluk yaptı. Memurluğu sırasında, Hacı Sofi ailesinden Feyzullah Ağa'nın kızı Zübeyde Hanımla evlendi.

1876 yılında da Selanik Asakir-i Milliye taburunda subay olarak görev alan Ali Rıza Efendi, daha sonra da kereste ticareti yapmaya başladı. Zübeyde Hanım'dan beş çocuğu oldu.

Çocuklarından Naciye, Ömer ve Fatma fazla yaşamadı. Sadece Mustafa ve Makbule hayatlarına devam edebildi.

Ali Rıza Efendi, 1888 yılında, tek oğlu Mustafa Kemal ilkokulda okuduğu sırada, rahatsızlandı ve öldü.

Atatürk ve Ailesi

Zübeyde Hanım 1857 yılında Selanik'te doğdu. Orta Anadolu'dan göç ederek, Selanik'in batısında Arnavutluk sınırına yerleştirilen Yörüklerden, Hacı Sofi ailesinden Feyzullah Ağanın kızıdır. Selanik'te Gümrük Muhafaza Teşkilatında memur olan Ali Rıza Efendi ile evliliğinden beş çocuk sahibi oldu. Fatma ve Ömer'i daha küçükken kaybetti. 1888 yılında Mustafa ilkokuldayken kocasını da kaybeden Zübeyde Hanım, zaman zaman çocukları ile birlikte kardeşi Hüseyin Ağa'nın çiftliğine giderdi. Bu sırada, Atatürk'ün ifadesiyle; iyi kalpli bir insan olan Ragıp Bey'le evlendi. Kızlarından Naciye de çok yaşamadı.

Balkan harbinden sonra, birçok Türk ailesi gibi, kızı Makbule ile birlikte Selanik'ten göç etti ve İstanbul'a gelerek Beşiktaş-Akaretler'de bir eve yerleşti. Milli Mücadele yıllarında Ankara'ya gelen Zübeyde Hanım, 1919′da ayrılmak zorunda kaldığı oğlunu, yıllar sonra Ankara'da Devlet Başkanı olarak gördü. 14 Ocak 1923′te tedavi amacıyla gittiği İzmir'de 66 yaşında vefat etti.

Kızkardeşi Makbule Atadan

Mustafa Kemal Atatürk'ün kız kardeşi olan Makbule Atadan, 1887 yılında Selanik'te doğdu. Balkan Savaşlarından sonra, annesi Zübeyde Hanım'la birlikte Selanik'ten ayrılarak İstanbul'a yerleşti. Cumhuriyet'in ilanından sonra ağabeyinin isteği üzerine, annesiyle birlikte Ankara'ya geldi. Bir süre Atatürk'ün yanında kalan Makbule Atadan, daha sonra Çankaya Köşkü arazisi içinde kendisi için yaptırılan Çamlı Köşke yerleşti.

1930′da Atatürk'ün isteğiyle Fethi Okyar'ın kurduğu Serbest Cumhuriyet Fırkasına giren Makbule Hanım birkaç ay sonra parti kapatılınca siyasetten çekildi ve 1935′de milletvekili Mecdi Boysan ile evlendi. Makbule Atadan'ın ağabeyi Atatürk ile ilgili anıları "Büyük Kardeşim Atatürk (1952)" ve "Ağabeyim Mustafa Kemal (1952)" adlarıyla yayımlandı. 1956 yılında 69 yaşında öldü.



http://www.yenidenergenekon.com/27-ataturkun-soy-kutugu/

PİKNİK




14 Kasım 1953, Cumartesi; Ankara.

Daha dört gün önce Ata’sının naaşının Etnografya Müzesi’nden alınıp Rasattepe’deki Anıtkabir'e getirilişini gözyaşlarıyla izlemiş bir şehir günlük telaşındaydı.

O zamanlar okulların da, devlet dairelerinin de hafta sonu tatilleri Cumartesi öğleden sonra başlar, sabahtan herkes işine, okuluna giderdi.

Tek farkla; hafta boyunca saat tam 17:00’de bütün Ankara’dan duyulan “paydos sireni” Cumartesi günleri öğlen çalmazdı. Yıllar sonra pek çok küçük detay gibi Ankara, bu 17:00’de şehirde yankılanan “paydos sireni”ni de unutacaktı.

O Cumartesi, yani bundan bir milyon sene önce, genç Reşat Önat, Yenişehir’de bir öğle vakti, Atatürk Bulvarı ile Tuna Caddesi’nin kesiştiği köşede, yanındaki iki hanım: Aytekin Girgin ve Ankara Koleji’nden sınıf arkadaşı Bedia Yağız için iki tane Türk Bayrağı asılı bir kapının kilitlerini açıyordu.

Açtığı kapı ertesi gün resmen “Piknik” adıyla faaliyete geçecek şarküteri – lokantadan başka bir şey değildi. O kapı ertesi gün öyle bir açılacaktı ki, orada yaşananlar, orayı yaşatanlarla bir Atatürk Bulvarı Klasiği olarak Ankara’nın efsane mekanı olacak, 14 Kasım günü heyecanla kapıda bekleyen Aytekin Hanım ise Reşat Bey’le evlenip son nefesine kadar sevgili kocasına destek olacaktı.


O gün içeri girdiklerinde Reşat Bey, Aytekin ve Bedia Hanımlara nar suyu ikram edecekti.

Nar bereket demekti.

Nar, aynen hurma, üzüm ve zeytin gibi, Kur’an-ı Kerim’in En’am suresinde “meyvesinde ayetler vardır” diye - Rahman suresinde ise “eşsiz”, “her narda bir damla cennet suyu vardır” diye geçmekteydi. İbn-i Sina'nın “El-Kanun fi't-Tıbb” kitabında da nar suyu ve çekirdeğinin faydaları yazmaktaydı.

Nar suyu gerek göçmenlerce, gerekse Harran gibi bölgelerde çok iyi bilinirdi. Yakın tarihe kadar Harran ve Suruç ovaları nar ağaçlarıyla dolu, konuklara hep nar suyu ikram edilen bir bölgeydi. Ödemiş’ten, Trabzon’a konaklarda, Topkapı’nın Helvahanesi’nde bol bol uğur ve bereketi temsil eden nar resimleri vardı.

Ancak bu gizemli su, Ankaralılarca pek bilinmezdi,

ama Ankara’nın yerlilerinin de bir “nar kırma” adeti vardı.

Vehbi Koç ve Ankara Araştırmaları Merkezi’nin müdürü sevgili Zeynep Önen’den, bu unutulmakta olan adet ile ilgili, Vehbi Koç’un kızı Sevgi Gönül’ün kendisine anlattıklarını dinlemiştim. Sevgi Hanım bu bilgileri ölümünden bir yıl önce, 29 Aralık 2002’de Hürriyet Gazetesi’ndeki “Sevgi’nin Diviti” köşesinde de yazmıştı:


… evinizin bereketi için yeni senede evinize girer girmez mutlaka bir nar alın ve kapınızın eşiğinde narı kırın. Ama yeni yıla zaten evde giriyorsanız, o zaman saat 12'den hemen sonra narınızı kapınızda yere vurup patlatın. Ama dikkat edin, narları daha önceden bir naylon torbaya koyun ve torbanın içinde patlatın…

Bu nar kırma adeti Koç Ailesi’nce devam ettirilecek; Koç Holding’in Nakkaştepe’deki merkezinde her yılbaşında nar kırılacaktı.

15 Kasım 1953’te Piknik, Reşat ve Vahit Önat kardeşlerce resmen açılmıştı.



Beş dili ana dili gibi konuşan şef garson Vasil Lupi, daha o akşamdan eşsiz servisine başlamıştı. Keyiflendiğinde yüksek sesle Arnavutça şarkılar söyleyeceği servisler yakındı.

Vasil Lupi daha sonraki yılarda Amerika'ya eğitime gidecek genç Türk subaylarının İngilizce öğrenmelerini teşvik için, Türkçe siparişlerini almayacak, siparişi Türkçe verenden ceza olarak ortaya yirmi beş kuruş atmasını isteyecekti. Nasıl Reşat Önat alttan tekme atıyorsa, Vasil de müşteriye teşekkür etmeyi unutan kasiyerin eline cetvelle vuracaktı.

Piknik Ankaralıların sevgilisi olmuştu; bir ara Vehbi Koç’tan sonra Ankara’daki vergi sıralamasında 2 numaraya kadar yükselmişlerdi.


Yazının devamı için

Piknik - 1: http://www.ergir.com/Piknik.htm

Piknik - 2: http://www.ergir.com/Piknik_2.htm


Fantastik makine

BİRAZ DA EĞLENCE

Bu makina ,Robert M. Trammell Müzik Konsevatuarı ve Iowa Üniversitesi Sharon Wick Mühendislik okulu arasındaki işbirliği ve gayretleri ile yapılmıştır.Makinayı meydana getiren parçaların %97 lik bölümü John Deere Endüstrisi ve Bancroft Iowa sulama ekipmanlarından gelmiştir. Evet tarım aletleri !!!


Bu filmi çekmeden önce ekip, kurulum, sıralama, ölçüm ve ayarlar için toplam 13.029 saat harcamıştır ( 543 gün kadar ). Şu anda Üniversitenin Matthew Gerhard Alumni Salonunda sergilenmektedir ve halihazırda da Smithsonian Kurumuna bağışlanmıştır ..

Diyebilirsiniz ki; Ne alaka, Türkiye'nin bu kadar derdi varken böyle bir konuya niye zaman ayıralım ki? Haklısınız, inşallah biz de kalkınmamızı tam olarak sağlayıp, insanlarımızın bu tür sanatsal Mühendislik Harikalarına zaman ayırmasına imkan veririz.